Felsefenin Sonu

Kısaca: Yıllardır çesitli filozoflar felsefenin sonunu ilan etmekteler. Bu, tarihsel bilincin gelismesinin bitisinin Hegel’in sistemi olduğunu iddia eden Hegelcileri de kapsar. Eğer felsefe mutlak Geist’ın tarihinin sergisi olarak belirlenirse, felsefe Hegel’in çalısmasında (Geist’ın) kendi kendini sergilemesiyle sonlanır. ...devamı ☟

Yıllardır çesitli filozoflar felsefenin sonunu ilan etmekteler. Bu, tarihsel bilincin gelismesinin bitisinin Hegel’in sistemi olduğunu iddia eden Hegelcileri de kapsar. Eğer felsefe mutlak Geist’ın tarihinin sergisi olarak belirlenirse, felsefe Hegel’in çalısmasında (Geist’ın) kendi kendini sergilemesiyle sonlanır. Felsefeyi dünyayı kavramak için sadece bir girisim olarak belirlersek, Marksistler de felsefenin sonlanmakta olduğunu iddia ederler. Söylendiği üzere, felsefe dünya içinde insanoğlunun yerini bulmak için onu yorumlamayı arastırmaktadır. Ama amaç, gerçek insan özgürlüğüne bir yer olusturmak için dünyayı değistirmektir. Martin Heidegger’de felsefenin sonlanmakta olduğunu söylemekte; gerçekten bazı yazılarının son çevirisi Felsefenin Sonu1 baslığını tasır.

Heidegger’e göre felsefe, Platon ile baslayan ve Nietzsche ile sonlanan öznel metafiziksel düsünmeyle özdestir. Bu çesit bir düsünmenin, tüm varlıkların daha fazla Güç için insanoğlunun dürtüsünü arttıran yeteneklerine göre değerlendirildiği teknolojik bir dünyayı mümkün kıldığı söylenir. Bir kere öznel düsünmeyi insanoğlu için tüm seylerin ölçüsü haline getirmek mümkün olursa, öznel düsünme (Heidegger’de felsefe) baska gelisme olanaklarına sahip değildir. Bu makalede, felsefenin sonunu iki sekilde (her ikisi de teknolojik kültür ile iliskisinde) ele alacağım. Dlk olarak, daha detaylı bir biçimde Heidegger’in felsefenin sonu ile ne ima ettiğini ve bu felsefenin teknolojik kültüre nasıl neden olduğunu düsüneceğim. Dkinci olarak, felsefenin bir kültür elestirisi olarak anlasılabileceğini ve teknolojik kültürün elestiri ya da düsüncede bir yere sahip olmadığını göstermeye çalısacağım. Bu nedenle, profesyonel felsefe, çoğunlukla kendisinde teknik bir disiplin haline gelmekte; kültürel bir kurum olarak felsefe, kültürünün taleplerini yansıtır hale gelmektedir.

Heidegger’in felsefenin sonu tartısmaları sonraki yazılarına yayılmıstır, fakat onlar (tartısmalar), onun genis Nietzsche2 çalısmasının ikinci cildinde göze çarpan bir sekilde önemli bir rol oynarlar. Burada, o (Heidegger) felsefe tarihinin yönünün kaçırıldığını ve böylece temel metafizik olanaklarının bitirildiğini iddia eder.3 Böyle bir iddiaya ilktepki, onun saçma olduğunu söylemek olabilir, çünkü –Kant döneminden bu yana ve özellikle son zamanlarda metafiziksel düsünme saldırı altında olmasına rağmen- metafizik, “ölümden geri dönmektedir.” Hatta bugün bile, metafizikçi olarak düsünülen ve yeni “sistemin” yarın ne ortaya çıkaracağını söyleyen kisiler vardır. Fakat Heidegger metafizik yazıların görünmeye devam edeceğini reddetmez; onun isaret etmek istediği sudur: burada artık, (onun felsefeyle bir tuttuğu) metafizik ile farkına varılan herhangi temel olanakların kalmadığıdır.4 Hegel ve Nietzsche’nin metafiziksel düsünmeyi mantıksal sonuca getirdikleri/tasıdıkları söylenir; çağdas metafizikçiler sadece varolan kartları karıstırırlar. Heidegger’in, Hegel ve Nietzsche’nin metafiziğin olanaklarını tükettiğinisöylediklerinde ne ima ettiğini kısaca inceleyelim. Öncelikle, metafiziğin (felsefenin) Heidegger’e göre felsefe öncesi olan sadece Pre-Sokratiklerle değil fakat aynı zamanda Platon ile basladığına Heidegger’in inandığına dikkat etmeliyiz. Çünkü Platon Pre-Sokratik varlık görüsünü (kendi kendine meydana çıkan ve kendi kendini geçindiren “var olan” olarak) öznelciliğin ilk formuna dönüstürdü.

Felsefe bu öznelci dönüs ile tam/doğru baslar. Felsefe tarihi insanoğlunun mutlak gerçeklik ölçütünü ve tüm var olanların değerini, kendi projelerini ve arzularını gerçeklestirerekkendini nasıl sonlandırdığının hikayesi olan öznelciliğin parlak basarısının tarihidir. Heidegger’in tartısmalı Platon yorumu, Platon’un ilk filozof (öznelci düsünür)olduğunu söyler çünkü o, Formların (mutlak Varlık) açığa çıkmasını onları gözlemleyenin bu formları nasıl algıladığına bağlar.5 O zamandan beri, felsefe sadece Varlık olarak Varlık’la değil, fakat aynı zamanda varlıklarla ve özellikle de bir varlıkla, insanla ve insanın varlıklarla nasıl ilgilendiğiyle de ilgilenir.

Descartes’ın düsüncesi modern öznelcilik için çok önemlidir, fakat onun basardığı sey, sadece Platon tarafından açılan bir ufuk ile olanaklıdır. Descartes’ın basarısı, insanı tüm seylerin gerçekliğini ve hakikatini sorgulayan mutlak ölçüt, Özne, ego cogito yapmasıdır.Descartes, insan Doğa’nın sahibi ve efendisi haline geldiğinde ve gerçekten özerk olduğunda, süphe edilemez yargıların olusması için mutlak kesin bir temel kesfetmesi gerektiğini gösterir. Özne’nin kendi kesinliğine sağlam temel olmasını ve tüm yargıların kendi geçerlilikleri açısından değerlendirilmesi gerektirildiği ölçütünün açığa çıkartılmasına neden olan sey, Descartes’ın dahasıdır. Bizler Descartes’ın düsüncesinin sonuçlarına alıskınız. Dünya aslında matematiksel bir alan olarak gözlemlenebilir halegelir. Gerçek olan sey, bilinebilir seydir; bilinebilen sey de, açık, seçik ve kesinlikle bilinebilendir; ve sadece matematiksel olan bu sekilde bilinebilir. Tabi ki, bilinebilen sey denetlenebilen seydir. Descartes, evreni kendi isteklerimize göre düzenlenmis ya da sunulmus bir alan olarak gözlemleme olanaklarını açar. Bilgi Gücü getirir. Heidegger Descartes’ın felsefesinin sunları basardığını söyler:

Bir bütün olarak varlık ve tüm seylerin bilinci, tüm kesinliğin sağlam bir temeli olarak insan öznelliğinin kendi bilinçliliğine yol gösterir. Gerçeğin hakikati bundan böyle özne vasıtasıyla anlasılan ve onun için atılan ve ona karsı ertelenen sey gibi nesnellik olarak belirlenir. Gerçekliğin hakikati, önümüzde hazır/mevcut olanın (Vorgestelltheit)aracılığı ve Özne’nin ortaya çıkısı içindir. Heidegger’e göre, Kartezyen düsüncesinde insan hala bir yaratılan olduğu sürece tam olmayan Descartes’ın öznelciliğinin olanaklarını gerçeklestirmeyi arastırdı. Fakat Hegel insanı tanrı-benzeri olarak yorumlar. Dnsanın entelektüel gücü artık sonlu yaratığınki gibi değildir; aslında insan daha çok kendisini mutlak Geist’ın kendi kendisini açığa çıkardığı bir yer (alet) olarak görür. Dnsan, kendi bilinçliliği basarma sürecindeki bir Evren’dir. Dnsan tüm seylerin merkezi haline gelir ve tüm seyler, bilinçliliğin tarihsel gelismesine nasıl uyduğuna göre yorumlanır ve açık bir sekilde ifade edilir. Fakat Heidegger’in ifade ettiğine göre, Hegel’in düsüncesi -hatta o, bir anlamda öznelciliği bir sona götürmesine rağmen- öznelci düsüncenin olanaklarını tüketmez, çünkü Hegel’in düsüncesi temel olarak reflektif/yansıtıcıdır (Marx’ın daha iyi bir sekilde gösterdiği üzere). O (Hegel’in düsüncesi) öznelciliğin mantıksal sürecini (metafizik ve felsefe) tamamlamak için Nietzsche’nin Güç Dsteminin öznelciliğine gereksinim duyar.

Heidegger’e göre, Nietzsche varlıkların sadece insanın Gücü’nü arttırma için değerli olduğu anlamında “gerçek” (geçerli, anlamlı) olduğunu iddia eder. Descartes’ın düsüncesinin sadece en uzak anlatımı olan Nietzsche’nin düsüncesi, insanın kendi ihtiyaçlarını mutlak olarak yorumladığı çağa girdiğini belirtir ve bütün Evrene bu ihtiyaçların doyumunda tüketilmesi gereken ham bir madde olarak bakar. Heidegger, Nietzsche ve Modern Çağla ilgili olarak sunları söyler:

Öznellik, sadece her sınırdan sınırsız değildir; simdi o, her çesit sınırlandırma ve hudut çizmeye göre düzenlenir. Öznenin öznelliği sadece varlık içindeki insanın pozisyonunu ve özünü değistirmez. Tersine bir bütün olarak varlık zaten öznenin kaynağını aldığı sey vasıtasıyla, varlığın hakikati vasıtasıyla diğer durumu deneyimlemektedir.

Böylece modern insan tarihi sadece yeni “bağlamlar” ve eylem alanları ile değil, insanvarlığının Özne’ye dönüsümü ile kavranır, çünkü tarihin yönü kendi kendine farklı bir sey haline gelir. Açıkça, her sey sadece gizlenmemis bir dünya, arastırılan bir dünya, açıklanan bir dünya, düzenlenen bir dünya ve insanoğlunun kendi kendisini açtığı ve açmanın sonucu olarak kendi kendini yaydığı ve donuklastırdığı ve özünü kaybettiği, egemen olunan bir dünyadır. Fakat böylece hakikatte ilk olarak insanlığın kosulsuz öznelliğinin belirlenmesine göre temel özellikleri çizilir. Modern çağın mutlak öznelliği, Nietzsche tarafından belirtildiği üzere, metafizikselfelsefi düsünmenin olanaklarını tüketir, çünkü insan simdi tüm seylerin mutlak ölçütü haline gelir. Hiçbir sey askın değildir, hiçbir sey ebedi değildir, hiçbir sey insanın hüküm alanının ötesinde değildir. Leo Strauss, diğer bir bağlamda Heidegger’i destekler.

Strauss sunları söyler: Nietzsche’den sonra, güç istemi felsefesinde esas güçlük, sonsuzluk düsüncesinden vazgeçmeye neden oldu. Modern düsüncede, en radikal tarihselcilikte yani sonsuzluk düsüncesine ilgisizliği açıkça kınamada, en yüksek kendi bilinçlilik olan sonuna ulasır.

Çünkü kaderi yenmek, doğanın sahibi ve efendisi haline gelmek, kesinlikle mutlak olma girisimi için, sonsuzluğu unutmak ya da insanın en derin arzularından ve hemen ilk sorundan uzaklasmak baslangıçtan beri modern insanın ödemesi gereken bir ücrettir.

Mutlak düsünce ve nedensiz akıl dönemi Hegel’in düsüncesiyle sonlanmasına rağmen, Nietzsche’nin metafiziği modern insanın sadece dünyayı yapmakla ve kendisini açık hale getirmekle değil fakat aynı zamanda onun (insanın) taleplerini yerine getirmek için onu (dünyayı) zorla yönlendirmekle de ilgili olduğunu gösterir (bakınız Marx, Dewey). Heidegger’e göre Nietzsche en son metafizikçi ve en son filozoftur, çünkü felsefe tarihi, en azından potansiyel olarak insanın mutlak egemenlik amacını basarmasıyla sonlanmaktadır. Batı düsüncesinin amacı olan özgürlük, insanın arzuladığı sekilde dünyayı yok eden özgürlük olarak kazanılır.

Heidegger felsefeyi Batı fenomeni olarak görür; sadece Batılı insanın düsüncesi dünyayı, insanoğlunun Gücünün artması için ham madde kaynağı olarak görerek sonlanmaktadır.

Böylece Ren Nehri hidro-elektrik gücü, Rocky dağları da killi kistten elde edilmis petrol rezervleri olarak ortaya çıkarılır. Dünyanın kalanının simdi “Batılasmıs” hale gelmesi sadece dünyayı kavramamızla serbest bırakılan en büyük gücü gösterir; bizimkilerden farklı olan kültürler “ilkel ve bos inançlara inanan” olarak yorumlanır ve genellikle onlara zarar verilir, daha sonra onlar (bu kültürler) insanlarını “iyilesmeleri” için yeniden sekillendirilir. Fakat Heidegger felsefenin sonlanmakta olduğunu söylemekle düsüncenin sonlanmakta olduğunu söylemez. Gerçekte insanın Varlığı hakkındaki temel düsünce hatta henüz baslamadı bile.9 Bu yeni düsünce formunun almak zorunda olduğu sey, eğer felsefe-bilim-teknolojinin öznelci düsüncesinin ötesine geçerse açık olamaz. Fakat Heidegger yeni yolun “varlıkların olmasına izin veren”, yani onların kendilerini tüm güçlü Özneler için sadece obje olarak değil, kendi varlığında ve değerinde kendilerini belirtmesi/açması gerektiğini gösterir.

Evreni açığa çıkartma, Gücümüzün artısı için bilinebilen ve kontrol edilebilen kaynak sahası olarak belirlenirse, felsefe bütünüyle “rasyonel” teknoloji dünyasını mümkün hale getirme amacına ulastığı sürece onun sonlanabileceğini görmekteyiz. Böylece teknoloji matematiksel fizik ve insanoğlunun ve Doğanın kontrolüyle birlestiren tüm çesitli teknikler olarak belirli teknoloji örneklerini olanaklı kılan dünyayı anlamaya karsılık gelip. Fakat felsefenin kültürü elestiren ve ileri süren bir fonksiyona sahip olduğu da söylenebilir. Buna karsılık, teknolojik kültür kendini-yansıtmak için bir gereksinme duymadığı sürece felsefenin bu önemli amacının sonlanması da ortaya çıkacaktır.

Teknolojik kültürün dünyayı anlama yolunun sadece rasyonel (doğru) bir biçimde olduğu süphesizce kesindir. Teknolojik kültürün islenmeye hazır güçleri dünyayı anlamanın ve dünya ile çalısmanın diğer yollarının en iyi halde sasırtıcı, en kötü halde anlamsız olarak yönünü değistirdiği böylesi acayip sonuçları elde eder.

Amerikalılara göre anlasılması en güç sey, dünyanın teknik anlamasını tarafsız bir anlama olmadığıdır; o sadece politik ve sosyal projelerimiz için “hizmetçi” görevini yapan teknikleri sağlamaz. Jürgen Habermas’ın isaret ettiği üzere, teknoloji bir çesit ideolojidir. Dnsana pasif bir hizmetçi olmaktan çok uzak olan o (teknoloji) kendisinin sonu haline gelir.10 Gerçek politik eylem (praxis) yavas yavas, teknolojik dünyanın kendi kendini yükseltme eylemi karsısında gücünü ve anlamını kaybeder. Bir zamanlar toplumun egemen yapıları olan sosyal ve politik kurumlar, teknolojinin kendi kendisine yetki verme etkinliği içinde uygun “yer” bulmak için hızlı bir biçimde yeniden belirlenmis hale gelir. Bu kültürün basarılarını iyi bildiğimiz ve çok daha fazla Güç olusturmaya kendimizi kaptırdığımız için, biz Amerikalılar teknolojinin ideolojik karakteriyle çoğunlukla kör edilmekteyiz. Bize göre, bilim ve teknolojik becerilerin elestirisi, insan yasamının yüceltilmesini anladığımız bir Süreç’in elestirisidir. Son zamanlara kadair çoğumuzda Doğanın bütün kontrolünde her denemenin, felaket olacağı kanıtı olusmadı.

Marksist ve Freudçu düsünceyle iliski kurduğu için, bu ülkedeki profesyonel felsefeciler tarafından çoğunlukla reddedilen Herbert Marcuse, modern dünyanın doğru totoliterizminin açık bir sekilde politik olmadığı, çünkü politikanın çoktan beri çok uluslu anonim sirketlerin hemen hemen zapt edilemeyen güçlerini ve gerçekte kavranılmaz olana uygun olarak böylesi büyük kartelleri içinde bulunduran teknolojik kültürün ardı arkası kesilmeyen isteklerini boyun eğerek selamladığı (düsüncesinde) hem Habermas hem de Heidegger ile hem fikirdir. Teknoloji sadece teknolojik arastırmalar tarafından mümkün hale getirilen belirli becerilerden bahsetmez, fakat daha çok teknolojinin kendi kendini ayarlama amaçlarına uygun olarak dünyayı hakim olunacak ve kendi çıkarları için kullanılacak bir yer olarak gören öznelci tutumun da ismini koyar.

Dnsan varlığı dünyanın bir parçası olduğu sürece onlar ve belki de onların büyük çoğunluğu da kontrol edilmelidir çünkü onlar önceden bilinemezler ve bu yüzden teknolojik devletin sorunsuz fonksiyonlarına potansiyel olarak çok zararlıdırlar. Böylece modern endüstriyel devlet aslında totaliterdir, çünkü o aslında mal (esya) olarak bakılan ve böylece de onlar için düsünülen ve teknolojinin ihtiyaçlarına dayandırılan yoldan baska bir sekilde varolusunu algılayamayan insan varlıkları üretir. Gerçekte, yasamın simdiki sekline (tarzına) alternatifler “irrasyonel” ya da “uygulanamaz” olarak reddedilir. Hatta “devrimler” ve ayaklanmalar kolaylıkla sisteme değisiklik yanılsaması üreten “yenilikler” olarak dahil edilir.11 Teknolojik kültür tüm aktivitelerini kendisini güçlendiren ve arttıran değismezliğe akıtmayı amaçlar.

Bu noktaya ulasıncaya kadar, egemenlik -özgürlük ve refah görünüsünde- kisisel ve toplumsal varolusun tüm alanlarına uzar, tüm otantik karsıtlıklarla bütünlesir, tüm alternatifleri içine çeker. Toplumun, doğanın, zihin ve bedenin, bu evrenin savunulması için daimi bir seferberlik durumunda tuttuğu tamamen totaliter bir evren yaratarak, teknolojik akılcılık daha iyi bir egemenliğin büyük bir amacı haline getirdiği için, o politik karakterini gösterir.

Teknolojik hale gelen bir kültür olarak anlasıldığı için Amerika Birlesik Devletleri’nde profesyonel felsefecilerin rolü nedir? Pragmatik hareketin vefatından sonra, Amerikan felsefesine, hemen hemen tamamiyle Dngiliz üniversitelerindeki gelismelerle yol gösterildi. Dngiltere’de yüzyılın dönüsünü söylemek haricinde bu tarihi (dönemi) hatırlamaya ihtiyaç yoktur, asırı idealizme karsı bir tepki vardı ve felsefenin artık düsünce sistemi olusturmak için arastırma yapmadığı, fakat ya gerçek bilgiyi elde etmek için sadece geçerli bir yol olan bilimin hizmetçisi olması gerektiği ya da dikkatli ve yöntemsel dil analizi: felsefi dilsel vasıtasıyla kendi kendini mümkün olduğu kadar “bilimsel”hale getirdiği inancı ortaya çıktı. Dngiltere’de ve Amerika Birlesik Devletleri’nde felsefi ihtisam günlerinin son olduğu söylenir ve aslında aynı nedenler, tıpkı felsefenin sonunun Heidegger’in ilanının temelinde bulunduğu gibi, bu ilanın temelinin altında yatar.

Yani söyle ki, Hegel’den sonra, bir filozofun “sistem” olusturarak yapabileceği baska hiçbir sey yoktu; mutlak bilgi denenmisti ve istenen bulunmustu. Temelsiz spekülasyon gibi görünen sey, bilim tarafından kaydedilen emsalsiz zafer karsısında kolaylıkla terk edildi. Teknolojik kültür artık rasyonel elestiriye gereksinim duymaz, çünkü böyle bir kültür bilimlerde ve onların teknik uygulamalarında sergilendiği için kendi kendisinin Aklın isteklerine göre her seyi birlestirdiğine inanır. Bu nedenle, ABD’de felsefe için sürdürülebilir/uygulanabilir bir rol yoktur; kültürümüz elestiricilik için bir yere sahip değildir. Kültürün kendisinin doğanın problemi dısında, her anlasılabilir problem ile rasyonel olarak ilgilenmek için kararlastırılan uzmanlar vardır.

Kültürel elestiricilik, simdiki dünyanın vatandasları lehinde tüm insanlık basarılarını nasıl engelleyeceğini kanıtlayarak daha iyi bir dünya seklini kesfetmeyi amaçlayan bir çesit felsefi aktivitedir. Teknolojik kültür, görünüste insanlığın hizmetinde olan kendi gücünün basarılarına doğru öylesine bütünsel tarzda organize edilmistir ki söz konusu kültürü elestirmek, insanın iyi amaçlarını çökerten bir girisim olarak değerlendirilir. Teknolojik kültür kendi kendisinin gerçekte, teorikte değil, Aklın kendisinin göstergesi olduğuna inanır. Ve bütünüyle maddenin olusturulmus dağılımında öyle iyi bir biçimde ortaya koyulduğu için, bu belli ussallık, is, hükümet, eğitim sistemleri vb. gibi çesitli “sektörler” arasındaki iliskiyi dikkatli bir biçimde olusturdu. Marcuse’nin isaret ettiği üzere, bu açık ussallık, teknolojik kültürün ana irrasyonalitesini gizler. O (ussallık) artık kendi kendisini anlayamadığı ve artık kültürün amacının, kendi gücünün ve varlığının ilerlemesini sağlama haline geldiğini fark edemediği için, ussal değildir. Onun (ussallık) varolmak için tek ussal yol olduğuna inanmaya yol açarak kültürümüz ile tatmin edileceğimizi bize öğretir. Çünkü teknolojik kültür tüm önemli soruları –insan kimdir?- insan kendi “gelismesi” uğruna eğitilmeye, anlasılmaya ve kontrol edilmeye ihtiyaç duyan doğal bir varlıktan daha fazla bir sey değildir diyerek yanıtlar. Böylece insan, diğer herhangi bir sey gibi kontrol edilmesi gereken bir sey haline gelir. Gerçek özgürlük, toplumun sonsuz fonksiyonları için bir statü gibi bir seyin kabulü haline gelir.

Davranıssal mühendislik, bu kültüre “yararlı” sayılan bir biçimde davranmak için bu kültürün anormal üyelerini mecbur eden araçları, çok ince olmayan fakat ince araçlar vasıtasıyla, bulan kültürün isteklerinin göstergesidir.

ABD’deki profesyonel felsefeciler genel olarak, kültürel elestiri görevinden vazgeçmektedirler, çünkü onlar kültürümüzün zaten en iyi ussal yöntemi olan bilime dayandığına inanırlar. Felsefe artık insan kimdir gibi böylesi acayip sorularla kendi kendine ilgilenmez, çünkü bu sorunun yanıtını zaten biliyoruz. Spekülasyon çağı ve temel soruların ortaya atılması sonlanmakta, çünkü insan yasamıyla ne yapacağını belirleyen saf düsünceden daha iyi bir yöntem vardır. Teknolojik dünya anlayısıyla serbest bırakılan muazzam güçlerin basarısı karsısında, felsefe kültür içindeki kendi görevine tekrar değer biçti ve onun ne bir yetenek ne de sorumluluk ne de temel ve tam kültürel elestiriyi kanıtlama arzusu olduğuna karar verdi. Kesinlikle kürtaj, savas, kadın hakları vs. gibi “en son” ahlaki sorunlarla ilgilenen felsefi dergilerde tartısmalar vardır. Fakat bu tartısmalar, böylesi sorunların insanın doğası temel sorusuna kadar geri götürmeyi reddeden boyutta temelsiz kalır. “Herkes” belli yanıtı zaten bildiği için böylesi bir sorunun ortaya çıkmasını hiç kimse istemez. Dnsan, makine teknolojisiyle elde edilebilir kontrol yöntemleriyle en iyi karsılanan gereksinmeleri olan doğal bir varlıktır. Bu nedenle ahlak soruları, teknolojik kültürün kendisini güçlendirme ve devam ettirme hizmetine göre kontrol basarısı olan çok önemli bir değere (doğru) azaltılmaktadır. Ahlak sorunlar simdi kültürün Gücü’nün gelismesi için gerekli olan seyin temeli üzerinde belirlenmelidir. Her ne kültürü zayıflatırsa, yani her ne onun gelismesinin gereksinmelerine uygun görünmezse, o irrasyonel ve böylece de “çok kötü” sayılır. Tabi ki, bir kisi, yansımayı ve elestiriyi böylesine basarılı bir biçimde reddeden bir kültür içinde profesyonel felsefecilerin kültürel elestiricisi olduğunu azlıkla düsünebilir.

Felsefenin kendisinin baska bir “sektör” ya da teknolojik toplum içinde “tek bir is yapma alanı” haline gelmesi, onun pratisyenlerinin radikal yansımasının değersiz ve irrasyonel olduğu zayıf baskısına yenik düsmesi kaçınılmazdır, çünkü saf yansıma olmayan teknolojik düsünme, insan kimdir ve onun ne yapması gerektiğini (sorularını) en iyi olanak sekilde yanıtlamaktadır. Diğer taraftan o halde, felsefenin sonu geldiğini söylemek öznelci düsünmenin bütün olanaklarının en iyi bir sekilde sonlandığı anlamına gelir, çünkü bizler bu çesit bir düsünmeyle olanaklı hale getirilen dünyada yasıyoruz.

Diğer taraftan, felsefenin sonu Sokrates’in döneminden beri felsefeye ait olan elestirel düsünmenin sonundan bahseder. Dçinde yasadığımız dünya böyle aktiviteleri sadece saçma değil, fakat aynı zamanda irrasyonel hale getirir. Felsefe bir zamanlar sahip olduğu genel elestirel ve yapıcı fonksiyonu olmaksızın tamamlanır ve hayatta kalması için onun kendisi için “bir çalısma alanı” olusturması gerektiğini belirler; o (felsefe) “gerçek” bilginin formları olan bilimle paralel gibi görünen bir “disiplin” haline gelmelidir.

Felsefe kendi profesyonel üyelerinin dısındaki herhangi birisine yetersiz bir ilgiyle analiz olur. Amerika Birlesik Devletleri’nde filozofun öneme sahip olmadığını iddia etmek (örneğin en profesyonel filozoflar yarın ortadan kaybolsaydı, ülke hemen hemen az bir gelismeyi kaçırırdı) özerklik idealinin kültürümüzde canlılığını kaybettiği anlamına gelir. Çünkü özerklik sürekli kendi kendine-elestirel değer biçmeyi, asırı yansımayı talep eder. Bu aktivite (kendi kendine-elestirel değer biçme) kendisini ve insanın doğasını belirleme görevinin sonuna geldiğine hüküm veren bir kültür içinde yer alamaz.

Bilinçli olmayan, yansımalı/refleksiyonlu düsünmeyen kültürün vatandaslarının gerçek bir biçimde özerk varlıklar olacakları güçlükle düsünülebilir. Filozofun elestirel düsünmesine, bir kültüre yol gösteren ve genellikle yanlıs bir sekilde yol gösteren temel varsayımları açığa çıkarmayı arastıran düsünürlere yas tutmayanların, hatta felsefenin “olgunlasma” sının bir kanıtı olarak onun uygun “sınırlar”ının felsefe tarafından tanınması olarak sona ermesini alkıslayanların, derin düsünmeyen, elestirel olmayan ve bu boyutta daha az insani boyuta gelen bir kültürün temsilcisi olduğunu öğrenmekten gurur duyulmaz.

Kaynak

Michael Zimmerman, Tulane Üniversitesi Çeviren: Neziha DALGIÇ

Bu konuda henüz görüş yok.
Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.

Bilim felsefesi
2 yıl önce

bir pratiği temellendiriyor, hem de felsefenin sorularını yanıtlıyordu. Soyut bir sistem olarak felsefenin sonu gelmiş varsayılıyordu. Ancak öyle olmadığı...

Bilim felsefesi, 17. yüzyıl felsefesi, 18. yüzyıl felsefesi, 19. yüzyıl felsefesi, 1960, 20. yüzyıl felsefesi, Ampirizm, Analitik felsefe, Antik Çağ felsefesi, Aristotales, Aydınlanma Çağı
Postmodern felsefe
2 yıl önce

girişimleriyle. Öte yandan, postmodern felsefe, metafizik felsefenin ya da daha doğru bir deyişle felsefenin metafizik yapısının sonunu ortaya koymanın...

Postmodern felsefe, 1960, Althusser, Antropoloji, Aydınlanma Çağı, Bilim, Bilinç, Dil, Dilbilim, Eleştirel teori, Epistemoloji
Yeni Platonculuk
2 yıl önce

tarafından geliştirilmiştir. Felsefenin dinselleştirildiği bir dönemdir. Tanrı kavramı bu dönemde ön plana çıkmıştır. Hegel, felsefe tarihi derslerinde Yeni-Platoncuları...

Robert Heilbroner
6 yıl önce

kapitalizmin sosyal yönlerini içeren dünyevi felsefenin yeniden doğuşunu umudeden görüşler, ek olarak Dünyevi Felsefenin Sonu ("The End of Worldly Philosophy") başlığı...

Robert Heilbroner, 1919, 1989, 1992, 2005, 24 Mart, 4 Ocak, Adam Smith, Amerikalı, Ekonomi, Friedrich Hayek
Skolastik felsefe
2 yıl önce

yaklaşım sergiler. Bu felsefenin temeli teolojidir, ona dayanır ve onu desteklemeye çalışır. Skolastik felsefe, Patristik felsefenin sürdürülmesi ve orada...

Skolastik felsefe, 1033, 1050, 1108, 1125, 12. yüzyıl, 17. yüzyıl felsefesi, 18. yüzyıl felsefesi, 19. yüzyıl felsefesi, 20. yüzyıl felsefesi, 810
Orta Çağ felsefesi
2 yıl önce

bağlı olarak felsefenin de karanlığa gömüldüğü öne sürülür. Bunun yanı sıra Orta Çağda felsefenin varlığını kabul eden ve bu felsefenin özgül niteliklerini...

Ortaçağ felsefesi, Orta Çağ felsefesi, 17. yüzyıl felsefesi, 18. yüzyıl felsefesi, 19. yüzyıl felsefesi, 20. yüzyıl felsefesi, Albertus Magnus, Analitik felsefe, Anselmus, Antik Çağ felsefesi, Aquina`lu Thomas
Martin Heidegger
2 yıl önce

özellikle dil dolayımlı analizleri ve felsefenin metafizik olarak eleştirisi mantığı, postmodern felsefenin gelişiminde önemli köşe taşları olacaktır...

Martin Heidegger, 1889, 1976, 20. yüzyıl felsefesi, 26 Eylül, 8 Nisan, Albert Camus, Almanya, Aristotales, Batı felsefesi, Dil
Bilimsel materyalizm
2 yıl önce

Engels tarafından kaleme alınan, Ludwig Feuerbach ve klasik alman felsefesinin sonu kitabının yayınlanması ile tarih sahnesine giren bilim alt dalıdır...

Bilimsel materyalizm, ,