Ercümend Behzad Lav
Özgeçmiş
(KENDİ KALEMİNDEN)15 Kasım 1903'te İstanbul'da Şehzadebaşı'nda Letafet Apartmanının Bozdoğan kemerine bakan köşesinde (şimdi 16 Mart Şehitler Caddesi) doğdum. Dedem olan Miralay Mahmut Raşit'i minderine oturmuş Mevlana'dan Hayyam'dan parçalar okur halde hatırlıyorum. Arapça Farsça bilir, bu dillerden çeviri yapardı.
Kendisi Çanakkale Mevk-i Müstahkem Kumandanlığı, emekli olduktan sonra da Mühendishane-i Berri-i Hümayun'da riyaziye hocalığı yapmıştı. Çok uyanık bir adamdı: babam Bingazi'de sahra topçu kumandanı iken beni atının terkisine alıp gezdirirdi. Beş yaşlarındaydım. Babam atta giderken bir elinde ufak bir sahra nargilesi, öteki elinde divanı, bana birşeyler anlatırdı. Şairdi babam: Tanzimat Dönemine kadar olan şiirimizi yakından incelemiş, ondan sonrasına imkan bulamamıştı. Elimizdeki divanından bu anlaşılıyor. Aslında iki Divanı var. Biri annemin elyazısıyla temize çekilmiştir, bende durur. Beni Bingazi'de Cizvit Ana Okuluna verdiler. Papazlarla okudum. Kızkardeşim de Bingazi'de doğmuştur. İtalyan gemileri gelip Libya'ya dayanınca ordan İstanbul'a geldik. Sanırım 1911 yılları. Bu arada İstanbul'la Bingazi arasında bir kaç kere gidip geldiğimiz olmuştur.
Dayım (aslında anneannemin kızkardeşinin oğlu) Arif Yakovalı çok alafranga bir adamdı. Halit Fahri'nin arkadaşıymış. Kendisi çağın zarif adamlarından biriydi; salon adamı. Bozdoğan kemeri yakınında beş katlı büyük bir konakları vardı. Babası Haci Arif Bey, konak yapılıp da eve taşınacakları gece hafiyelerin jurnaliyle bir gece alınıp Fizan'a sürülüyor. Dayım, Servet-i Fünun edebiyatını çok iyi bilirdi. Aruzda bir çeşit dil arınması yolunda çalışmaları vardı. Halit Fahri'nin dayım öldükten sonra yayınladığı Baykuş piyesinde bu nitelikte mısralar gördüm. Onları çok daha önce kendisi bana okumuştu. Beni şiire iten daha çok dayım olmuştur diyebilirim. Ticaret amacıyla Zonguldak'a gitmek için ufak bir gemi kiralamıştı. O gece bahçelerine bir hırsız girmiş, hırsızı yakalamak için bahçeye inince hırsız korkarak kendisini vurmuş.
Babam sonradan Serez'e atanıyor. Çok iyi hatırlamıyorum: 1907-1908 yılları; Sultan Reşat tahttaydı. Orada sünnet oldum. Sonra trene bindirdiler; Serez'den İstanbul'a dedemin yanına geldim. Beni Assomption okuluna yazdırdı dedem. Üç yıl okudum orada. Daha sonra, nedense ordan alarak Hadika-yı Meşveret mektebine verdi. Hakkı Süha'nın mektebin bahçesinde top oynadığını hatırlıyorum. O, o sıralar 19 yaşında filan vardı. Bir yıl okudum bu okulda. 1912'de Balkan Savaşı döneminde öldü babam. 1913'te dedem beni bu kez İstanbul Sultanisi'ne yazdırdı.
Sonradan Birinci Dünya Savaşı başlayınca yabancı okullar kapatıldı, bizim okul da şimdi Saint Benoit'nın yerine geldi. Ve ben devlet hesabına okumaya başladım. Hakkı Tarık Us, Şakir Seden, Emin Ali, İhsan Raif Hanımın kocası, Haluk Nihat Pepeyi hocalarımdı. Nurettin Artam da üst sınıflarda öğrenciydi. Sonradan Mısır'a savaşa gitti. İlk tiyatro deneyimlerimiz ya da esinlerimiz bu okulda başladı. Mesut Cemil kız rollerine çıkardı. Hilmi Ziya bizden iki üç sınıf ilerdeydi. Nurettin Artam'ın sınıfında.
Önce İtalyanca, sonra Fransızca; daha sonra da Almanca hocalar...Dil yönünden bir karmaşa içindeydi. Annem bana ayrıca bir de Alman hoca tutmuştu. O dönemde (1916-1917 yılları) Strauss'un, Emmerich Karlman'ın operetlerini seyrettiğimi hatırlıyorum. Çardaş Fürstin'lerin, Kraliçelerin İncileri, Şen Dullar vb. 1919'da Darülbedayi'e girmeden önce başka bir tiyatronun açtığı sınava girdim. Benimle birlikte Şaziye (Moral), Emin Beliğ de sınava katılmıştı. Ben RAşit Rıza'nın oynadığı bir oyundaki bir tiradı okuyunca beğendiler. (Hepimiz Raşit Rıza'ya hayrandık.). "Sonucu bildiririz" dendi, meğer ilan etmişler, bir gün sınav kurulundan Mehmet Rauf'a rastladım, o söyledi kazandığımı. Ancak patronumuz sonradan bu işin çoluk çocukla yürümeyeceğini anlamış olacak ki bizim provalarını yaptığımız oyunlara Raşit Rıza, Onnik Binemeciyan'ı angaje etmiş. Açıkta kaldık tabii. O tiyatro bir süre DArülbeda