Joachim WACH
Çeviren
Yrd.Doç.Dr.Ali Coşkun
DİNLER TARİHİNDE KURTARICI
KURTARICI KAVRAMI
Bir kurtarıcının bulunması, dini kurtuluş öğretilerini felsefi olanlardan ayırt eden temel özelliktir. Felsefi doktrinler insanların kendi özel çabaları sonucu kurtarıldıklarını öğretirken dini öğretiler başka biri tarafından kurtarılma ilkesini öne sürerler: “İnsanoğlunun sınır-çizgisi-durumlarında (Grenzsituationen)” kendini hissettiren sonluluk, sınırlılık ve hiçlik tecrübesi dini tecrübeden uzak düşünülemez. Bu ise bizi doğrudan şu ya da bu şekilde bütün yüksek dinlerde açıkça formüle edilen kurtuluş ihtiyacına götürür. Bu ihtiyaca benzer bir biçimde kurtarıcı şahsiyetler, aracılar ve ilahi tecessüdlerde kendini gösteren yardım isteme olgusu gündeme gelmektedir. Biz zaten daha önce böyle bir anlayışın, mesela Algonkinler örneğinde Amerikan yerlilerinde rastladığımız kültür kahramanlarının çeşitli şekillerinde (Kultur-und Heilbringer) olduğu gibi ilkel insanların dini inançlarında başlangıçlarını görebilmekteyiz. Şüphesiz yüksek dinlerin kurtarıcıları çok değişik kökenlerden gelme özelliklere sahiptir. Sözü edilen ilkel Heilbringer’den Gnostik, Budist ya da Hıristiyan kurtarıcılara kadar uzanan kesintisiz bir zincirleme halkayı yeniden inşa etmek asla mümkün değildir. Bir kurtarıcının her yerde ve sürekli bulunuşunu yukardaki gerekçelerden ziyade bu figürün insanların evrensel kurtuluş düşüncesinde oynadığı ve tecessüm eden bir inayetin yardımına can atmaktan doğan zorunlu bir role bağlı olarak anlamak daha yerinde olur. Böyle bir açıklama, maamafih, bizim ferdi bir olay olarak kurtarıcı şahsiyetin tarihi ve genetik ilişkiler ışığındaki durumuyla birlikte hususi tezahürlerini ve karakteristiklerini araştırma görevini bırakmamıza mazeret oluşturamaz.Aynı zamanda kurtarıcılara inancın çokbiçimli tabiatı, bizi şüpheci bir izafiyetçiliğe götürmemelidir; zira dogmatikler kurtarıcının hususi ehemmiyetini imanla özdeşleştirirken dinlerin tarihi araştırması neye inanılması gerektiğini değil, yalnızca neye inanıldığı, neye inanılmakta olduğu ve neye inanılabileceği konularını belirler. Dinlerin tarihi araştırması, değişik halkların inançlarındaki kurtarıcıların çokluğunu tarihi bir olgu olarak önümüze sermektedir.
KURTARICI ŞAHSİYETLER
Dinlerin tarihi araştırması, ilkel dinlerde çeşitli, ama yine de hatırı sayılır ölçüde benzerlikler taşıyan kurtarıcı anlayışlarının varlığını ortaya koymaktadır. Kurtarıcı orada yoksunluktan ve talihsizlikten kurtaran (liberator) biri olduğu gibi ferahlatıcı ve yardım edici biri olarak ya da ölümsüzlük getiren biri olarak da karşımıza çıkabilmektedir. Genellikle o bir hayvan, bir insan ya da bir tanrı olarak görünebilmektedir. Mesela Tlingit Yerlilerinin Yelch’i Algonkin’lerin Michabozho’su, Iroquois’in Yokesha’sı, Yoruba’nın Edshu’su, Polinezya’nın Maui’si ve Peruluların Viracocha’sı gibi. Temel vurgu bu şahsiyetin teçhizatına, yeteneklerine ve (mesela; ateş, aletler veya kültür gibi) hediyelerine yapılmıştır. O, mitolojide merkezi simalardan biridir.Yine tamamen mitolojik özellikte başka kurtarıcı şahsiyetler Yakın Doğu dinlerinde de bulunmaktadır. Mısırlıların Oziris’i, Babillilerin Marduk ve Temmuz’u, Suriyelilerin Esmun ve Adonis’i ve Mandelilerin (Mandaens, Sabiiler) Manda d’Hajje ve Hibil-Ziwa’sı gibi. Aynı şey Hindistan dinleri için de söz konusudur. Mesela Vişnu-Krişna-Vasudeva ve Şiva figürleri gibi. Bu son kurtarıcı bir ilah çeşidi olup genellikle bitki ilahı olarak tabiattaki hayatla yakından bağlantısı bulunmaktadır. O, rızık bahşedip ölümsüzlük güvencesi vermekte ve mü’min onun acı çekişlerine ve zaferlerine iştirak etmektedir. Böylece Yakın Doğulu Kurtarıcı'nın genel olarak “kurtarılmış bir kurtarıcı” olduğu anlaşılmaktadır.
Üçüncü bir kurtarıcı tipi daha ortaya çımıştır ki, o da bir kurtuluş mesajıyla gelen yahut hemen hemen arzusu hilafına veya öldükten sonra taraftarlarınca kurtarıcı olarak paye verilen tarihi şahsiyetlerdir. Bu kurtarıcı grubuna geç antikite döneminde; Pitagoras, Tyana’lı Apollonius, Abonoteichos’lu Alexander, Simon, Magus vb. birçok mistik ve kurtuluş öğreticisi ile kendi cemaatları tarafından peygamberlikten kurtarıcılığa dönüştürülen Mani, Zerdüşt ve (Hz.) Muhammed [1] girmektedir. Yardımlarıyla kurtuluş ve özgürlüğe kavuşan kimseler için Buda ve Jina en derin anlamıyla kurtarıcıdırlar. Değişik Budist grupları ve okullarının dogma tarihi, bir kurtarıcıya olan inancın nasıl oluşup geliştiğini güzel bir şekilde ortaya koymaktadır. Budist inanışlar Guatama’yı sadece bir öğretmen olarak düşünmekten başlar, onu tabiatüstü ve ilahi bir kurtarıcı olarak düşünmeye kadar uzanır. Aslında takipçileri tarafından bir kurtarıcı olarak kabul edilen (Hz.) İsa da tarihi bir şahsiyettir. St. Paul ve özellikle Luka gibi evangelistler onu tarihi terimlerle tasvir ettiler. Hıristiyan teolojisi yüzyıllar boyunca onun şahsiyetini ve faaliyetlerini oldukça engin bir şekilde tarihi şahsiyete sahip kimselerdenmiş gibi algılamaya çalıştı.
KURTARICI MİTLERİ
Bu tarihi şahsiyetlerle bağlantılı olarak mitler genellikle tıpkı kendi zamanımızda bile olduğu gibi mesela İran’daki Bab’ın misyonundakine benzer bir şekilde gelişmektedir. Zaman zaman mitolojinin aşırı gelişmesi Mahayana Budizmi’nin şu kurtarıcılarında gördüğümüz gibi tarihi olan her şeyi yok eder: Amida ve Amitabha, Avalokitesvara ve Manjusri, Maitrea ve Vairocana. Bu kurtarıcılarda eski mitik şahsiyetlerle birlikte evvela kendisinden zuhur ettikleri tarihi Buda Guetama’yı çok az bir şekilde ayırt edebilmekteyiz. Sufi dindarlık, başlangıçta bir kurtarıcı olmaktan uzak bir durumda olan (Hz.) Muhammed’i [2], başlıca duğumundaki, Ay’ı ikiye bölmesindeki ve miracındaki mucizelerle birlikte bir kurtarıcı kültü’nün merezi şahsiyeti haline dönüştürdü. Öte yandan Şia, (Hz.) Ali’yi [3] neredeyse bir kurtarıcı haline getirdi. Aynı şeyler, Gnostisizmin çok renkli kurtarıcıları için de söz konusu olacak şekilde ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki, Gnostikler; Valentinus, Basilides, Pistis Sophia ve Mani’nin kristolojilerinde olduğu gibi tarihi (Hz.) İsa’dan çok sayıda efsanevi şahsiyetler türettiler. Farklı bir kurtarıcı tipi de, geçmişte hiçbir zaman aktif olmayıp gelecekte olması beklenilen kurtarıcılar tarafından teşekkül ettirilmektedir. Gelmekte olan bir mutluluk çağına hükmedecek ve genellikle Assurbanipal veya Augustus gibi tarihi bir şahsa dayanan bir kişi fikrinden ilahi bir kurtarıcıya geçiş; ilkel mitolojik bir kraldan tıpkı Yahudilerin Mesihi ve Şiilerin İmamı gibi “başlangıcından beri kurtarıcı olan” bir kurtarıcıya geçiş kadar hızlı ve akışkan bir geçiştir. İran’lıların Saoşyant’ı, Buda Maitreya, Peruluların Viracocha’sı, Algonkin’in Heilbringer’i ve Aztek’lerin Quetzalcoatl’ı gibi ister benzer isterse farklı biçimlerde ya da yeni bir inkarnasyon olarak olsun taraftarlar daha önce yeniden döneceği kabul edilen bir kurtarıcı bekledikleri vakit çeşitli düşünceler biraraya gelmektedir. Ayrıca Kurtarıcının hem (Elijah, Yusuf ve Davud soyundan gelen Mesihler gibi) seleflere hem de (Ahriman, Deccal ve Sahte Mesih gibi) muhaliflere ve hasımlara sahip olması mümkündür.KURTARICININ TABİAT ve MAHİYETİ
Daha önce gördüğümüz gibi Kurtarıcı’nın tabiatına dair görüşler büyük ölçüde değişmektedir. Kimi Kurtarıcılar insan, kimi ise bir ilah olarak tasavvur edilmişlerdir. Her iki görüşün de birleştiği yerde, -uknumsal birlik ve ilahi irade ile beşeri iradenin karşılaşması hakkındaki sorular gibi- İlk Hıristiyanları epeyce zor durumda bırakan problemler türünden zor problemler ortaya çıkmıştır. Docetizm (recat veya zahiri ölüm) ilginç ve ortancıl bir safha oluşturmaktadır; yani Kurtarıcı veya İlahi Şahsiyet gerçek olmayan fakat sadece zahir olan bir görünümle cismani veya beşeri bir bedene bürünmektedir. Hululi (docetic) anlayışlar genellikle Gnostisizmde, Mani’nin öğretilerinde ve Sufi ve Şii düşüncenin belli kollarında bulunmaktadır. Klasik biçimiyle Vaişnava Hinduizminde geliştirilen avatarlar (tecelli, tezahür yahut da tenezzüller) teorisi bahis konusu duruma çok benzemektedir. Şöyle ki, Kurtarıcı -veya “kurtarıcı ışık (nur)” ya da “kurtarıcı cevher”-, bir dizi inkarnasyona maruz kalmaktadır (krş. Gnostisizm, Şia ve Tibetli Mahayana). En son zikredilen öğretilerde biz, bir bakıma Mahayana Budizminde çok açık bir şekilde geliştirilen ama Jainlerin bilmediği bir ilke olarak kurtarıcıların çoğulculuğuyla karşılaşmaktayız.Mit, bir kurtarıcının hayatının önemli anları olan; ana rahmine düşüş, doğum, çocukluk, çağrı ve ölüm gibi anlar üzerinde özellikle durmak suretiyle sürekli bu şahsiyetleri biçimlendirir. Bu şekilde doğal biyografi kutsal kural haline getirilebilen ve bir kült için temel oluşturan tabiat-üstü bir varlık biçimine dönüştürülür. Genel olarak mitler kurtarıcının tabiat ve faaliyetini belirli motifler bakımından, mesela ister kaosa isterse bir canavara karşı olsun savaş, gökten iniş ve göğe çıkış, yaratma ve yeni yaratmaya iştirak, acı çekme ve üzüntü gibi motiflerle kavramaya çalışır. Tarihi bir kurtarıcının hayatındaki en önemli olay, davet ya da tebliğinin başlangıcıdır. Gerçi kurban fikri de genellikle buna dahil edilmektedir, fakat hiçbir yerde Hıristiyanlıktaki derinlik ve çeşitlilikte olmamak üzere.
Hıristiyan, Budist ve İranlı kurtarıcıların hayat hikayelerinde hep onların günaha teşebbüs etme öykülerine rastlamaktayız. Kurtarıcı genellikle; şifa verici, öğretmen, çoban ve kral gibi ortak imajlarla tasavvur edilmektedir. Kurtarıcı kültüne ise, sık sık onun tabiatı ve çoğu kere de Vişnu’nun dişleri ve İsa’nın kalbi gibi ifadelerde yer alan bedeninin hususi bir kısmı eklenir. Bundan başka kadın kurtarıcılara da rastlamaktayız: Mesela her biri dünyevi erkek bir ilahla birleştirilen Kwan-yin, Avalokitesvara’nın Çinli formu, Vaişnavizmdeki Sri ve Küçük Asya’daki İştar gibi. Hatta Hıristiyanlıkta (Hz.) Meryem bir kurtarıcı ve corredemptrix (ortak-kurtarıcı) olarak kabul edilegelmiştir.
KURTULUŞ DÜŞÜNCESİNİN GELİŞİMİ
Bir kurtarıcı etrafında odaklanan herhangi bir din gelişirken, mit geri plana çekilir. Kurtarıcı mitolojik niteliklerinden soyutlanır ve mü’min, okur-yazarların eleştirisi ve rasyonel aydınlanma karşısında Kurtarıcıya olan inancını güvence altına almayı zorunlu görür. Bu bağlamda Hıristiyan, Hindistani ve İslami teolojiler iki değişik yola girmişlerdir. Bir kısmı, Kurtarıcıyı; ampirik, psikolojik ve etik bir örnek (yani örnek bir hayatı yönlendiren bir “model”) olarak biçimlendirirken, diğer bir kısmı ise profan dünyanın sebeplilik kanununa tabi olduğu, dini dünyanın ise içerisinde tabiatüstü ve ilahi gücün tezahürleriyle birlikte şu ya da bu şekilde özerk kaldığı bir düalizm kurmaya çalışmışlardır. Hıristiyanlıkta özellikle Soren Kierkegaard’dır ki, söz konusu bu iki olasılığın izini sürmüş ve onların nihai sonuçlarını tasvir etmiştir. Schleiermacher ondokuzuncu yüzyıl boyunca Protestan ilahiyatına egemen olan birinci olasılığın önde gelen savunucusu olmuştur. Kierkegaard ise günümüzde öne geçmiş bulunan ikinci yaklaşımın sözcüsü durumuna gelmiştir.
KURTULUŞ
DİNLER TARİHİNDE KURTULUŞ
KURTULUŞ FİKRİNİN TİPİK VE SPESİFİK FORMLARI
Kurtuluş fikri, kurtuluş dinleri ya da kurtuluş-öğretici (soteriological) dinler olarak bilinen dinlerde dini düşünce ve faaliyetin merkezinde bulunmaktadır. Eğer kurtuluşu, en ilkel dinlerde dahi rastlanan kavramlar olan yeniden doğuş ve ölümsüzlükle ilgili tüm anlayışları dahil edecek şekilde çok geniş bir biçimde algılayacak olursak bu takdirde ona genel olarak dinin merkezi kavramı diye bakmamız mümkündür. Sonuç itibariyle dinler tarihçilerinin iki belirgin vazifeleri bulunmaktadır: 1- Kurtuluş düşüncelerinin tarihi dinlerde kazandığı hususi formların gelişim ve tabiatlarını araştırmak ve, 2- Kurtuluşun bireysel formlarının yapısal ve niteliksel bakımdan benzer tipler -yani soteriolojik düşüncelerdeki tipler- halinde gruplandırılıp gruplandırılamayacağını karşılaştırma sonucu belirlemektir.
Şüphesiz dinler tarihçileri; motiflerin, düşüncelerin, formların ve uygulamaların tarihi göçlerine de dikkat etmeli ve acele eşitleme ve paralellikler kurmaya karşı dikkatli olmalıdırlar. Çeşitli dinlerin soteriolojilerindeki yüzeyde kalan bireysel özelliklerin görünür teşhislerinde, tek tek dini sistemlerde bulunan farklı değerlerin çarpıtılmasına izin verilmemelidir. Doğrusu bir kere çıkıp tüm insanların nihai ve deruni bir şekilde kurtuluş düşüncesine bağlı ve ona gereksinim içerisinde olduklarını kabul ettikten sonra, söz konusu düşüncenin hususi tarihi formlarının; fiziksel, tarihsel, kültürel ve etnik-psikolojik bağlamdaki yerlerini anlamaya çalışmalı ve onların eşsizliğiyle ferdi ehemmiyetini kavramaya da özen gösterilmelidir.
HİNDİSTAN ve YAKIN DOĞU
Kurtuluş düşüncesi Hindistan’da özel Hindu dinlerinde oldukça farklı biçimler kazanmaktadır, fakat yine de belli karakteristik özellikler sergilemektedir. Tipik olarak Hintliler dünyevi ıstırabı -ya da sınır-çizgisi-durumları tecrübesini- karma ve ruh göçü (tenasüh) bakımından kavrama, değerlendirme ve hatta büyük ölçüde açıklama eğilimindedirler. Kurtuluş ihtiyacı içerisinde bulunan dünya ve insanlığın tasviri Vedanta ve Samkhya’da, Hinayana ve Mahayana Budizminde ve Vaişnaizm ve Şaivizm’de çok benzerlikler arzetmektedir. Ayrıntıdaki farklılıklar esas itibariyle, sonuçta acı çekmeyle başetmeyi sağlayacağı varsayılan yol ve yöntemlerle ilgisi bakımından ortaya çıkmaktadır. Ama yine de amel yolu, bilgi yolu ve aşk (yahut sadakat) yolunda Brahmani dinde, Hinduizmde ve Budizmde tekerrür eden tipik ve esaslı olasılıklar bulunmaktadır. Samkhya ve Yoga’da, Budizm ve Jainizmde kurtuluşa götüren safhalar çeşitli oluşumlarıyla ilginç paralellikler arzetmektedir. Bundan başka her ne kadar dünyadaki acı çekmeye ilişkin hususi teoriler ve kurtuluşun son hedefinin ne olduğuna dair hususi tanımlar birçok noktada farklılık gösterse bile geçici ve nihai kurtuluşun (maksha, vimukti) tabiatı ile kurtuluşu oluşturan şeylerin tasvirleri hatırı sayılır ölçüde birbirine benzemektedirler (kaivalyam, nirvanam).
Başka bir kurtuluş düşüncesi de Yakın Doğu’da bulunmaktadır. Bu bölge dinlerindeki çok sayıda benzer özelliklerin tarihi bakımdan izlenebilecek ilişkiler üzerine dayanma ihtimali hem vardır hem de yoktur.
Ancak şurası bir gerçektir ki, —Mısır, Babil, Suriye, Filistin, İran, Küçük Asya (Anadolu), ayrıca bir dereceye kadar da Yunanistan’da ve daha sonra Gnostikler ve Mani tarafından geliştirildiği biçimiyle— kurtuluş fikri, insanların kurtuluş ihtiyacına ve dünyaya (bakışlarına) ilişkin benzer temel anlayışlar sergilemektedir. Yine ayrıca biz nefsin bedenle ve ruhun maddeyle ilişkileri, kurtuluşa götüren yol, kurtuluş ihtiyacı içinde olanlara yapılan yardım türü, mevcut çeşitli araçlar (büyü ve sakramentler gibi) ve tüm kurtuluşun hedefi (ölümsüzlük) üzerinde son derece geniş bir uzlaşma bulmaktayız.
GELİŞME ve SİSTEMLEŞME
Şimdiye kadar yapılan kısa taramadan şu görülmektedir ki, hemen hemen hiçbir yüksek din kurtuluş düşüncesine aşina olmaktan uzak değildir. Bu düşünce en farklı halklar ve kabilelerin dindarlığında bile bulunmaktadır -zira şurası iyice kesinleşmiştir ki, kurtuluş düşüncesi yukarıda zikredilen alanların çok daha ötesine yayılıp kök salmıştır-. Bu düşüncenin hıristiyani formu Doğu’nun bir kısmını fethettiği kadar, Batı’ya da yayılmıştır. Kurtuluş düşüncesinin ne ölçüde serpilip geliştiği; tarihi gelişmeler, fiziki şartlar ve ruhani yeteneğe bağlı olagelmiştir. Birtakım yüksek dinlerde kurtuluş düşüncesi geri plana çekilmiştir. Mesela eski Yunan ve Roma dinlerinde, İslam ve Yahudilikte ve Japonların Şinto dininde durum böyle olmuştur. Ama yine de Yunanlılar Orfizm’de, neo-Pisagorculuk’ta ve neo-Platonik dini fırkalarda; İslam Tasavvufta; Yahudilik ahirzamandan haber veren vahiy metinlerinde (apocalyptic writtings) ve (Kabbala ve Hasidizm’de olduğu gibi) mistisizmde, Japonlar ise Budist mekteplerde kurtuluş düşüncesini geliştirmişlerdir. Her türlü şüphenin ötesinde belli temel dini anlayışlar da kurtuluş düşüncesiyle yakından alakalıdır. Bu yakınlığın başından beri açıkça belirgin olmadığı yerlerde kurtuluşu tekrar merkeze yerleştirmeye ve ona derinlik kazandırmaya dönük özel gayretler, hareketler ve doktrinler gelişmiştir. Kendileri için merkezi bir konu olması sebebiyle mistik hareketler kurtuluş düşüncesini ekip-yetiştirmeyi özellikle yeğlemişlerdir.
Dolayısıyla çoğu kurtuluşçu (soteriological) dinler sistematik bir kurtuluş teorisi geliştirmişlerdir. Bu teori (soteriology) inananların; evreni, onun menşeini ve yok oluşunu anlama yollarını belirlediği kadar, mü'minlerin insanlık, onun tabiatı ve mukadderatını anlayacakları yolları da belirlemiştir. Yeterince tuhaf olan bir şey var ki, o da (felsefi) ateistik kurtuluş teorilerinin (soteriologies) de bulunmasıdır. Fakat genel olarak kurtuluş-bilimsel (soteriological) düşünceler tanrı hakkındaki düşüncelerle yakın bağlantı içerisinde bulunmaktadır. İnsanlar şu ya da bu ölçüde kendilerini ya da dünyayı kurtarmada oynayacakları rollerinin bulunduğuna inanmışlardır. Hatta bir kurtarıcıyla karşılaştığımızda kurtuluşta onların iştiraklerinin bir anlam ifade edeceği bir yer mutlaka ayırt edilmiştir. Bir kere mesela ilahi lütfun tabiatı, gerekliliği ve etkinliğine dair Hıristiyanlık, İslam, Hinduizm ve Budizm’deki —bir bakıma ilahi-beşeri ortak güce ilişkin (synergistic) ihtilaflardaki— tartışmaları düşünün. bağlamda ilk dönem itikadi İslam mezheplerinin insan eylemleri ve güç (fiil-istita'at) ilişkisine dair tartışmaları hatırlanmalıdır.-ç.n.. Beşeri katılım genellikle belirli ibadetler, pratikler veya belirli topluluklara üyelik gibi şöyle ya da böyle nesnel gereksinimlerle bağlantılıdır. Ben şu ana kadar gereksinimleri zaman zaman büsbütün pratik (amele ilişkin), zaman zaman büsbütün teorik (entellektüel bilgi ya da duygusal iman ve sadakat), zaman zaman da her ikisinin birlikte bulunduğu başlıca üç kurtuluş yoluna atıf yapmış bulunuyorum. Birtakım kurtuluş öğretilerinde uyuşturucular gibi suni araçlar da yer almaktadır. Bu araçların arzu edilen duruma ulaşmayı sağladığı anlaşılan bir vecd haline sebep oldukları varsayılmaktadır.****
Birçok dinde insanların dünya hayatında bir çeşit “ön kurtuluş”a erebilecekleri ve onun bilincine varabilecekleri fikriyle karşılaşmaktayız. Mesela Hindistan’da jivanmukta ve Hıristiyanlık’ta ise inayet ve tevfik durumları gibi. Buna bağlı olarak nihai kurtuluşa ancak bu dünya hayatından sonra ulaşılacağı fikri gelmektedir. Çeşitli dinler ve aynı din içerisindeki farklı kollar, kurtuluşun aranıp bulunduğu şartlar hakkında değişik görüşlere sahip olmuşlardır: mesela nesnel kötülük, öznel hatalar (yani zahiri anlamda ibadete ilişkin ve ahlaka ilişkin günahlar) ya da tamamen günahkar durumlar (habitus) gibi şartlar. Söz konusu dinler ve mezhepler aynı zamanda kurtuluşun hedefini de farklı bir biçimde algılamaktadırlar. Bu çerçevede ikili bir şekilde sıralanan çok sayıda ifadelere rastlamak mümkündür: —Allah’ın içinde, Allah’la ve O’nun huzurunda olmakla; unio substantialis— müsbet ve —yok oluş ya da çürümeyle— menfi hedefler gibi. Ölümsüzlük, tecessüd (reincarnation) ve nirvana gibi mücerred görüşlerin yanısıra duygusal açıdan algılanan görüşler de bulunmaktadır. Kurtuluş düşüncesinin metafizik, psikolojik ve etik bakımdan vurgulanışları onun gayesinin tanımlandığı her an kendini göstermektedir. Bu gerçek tüm kurtuluş öğretilerinin içinde gizlenen bir sırdır.
DİN FELSEFESİNDE KURTULUŞ
KURTULUŞ FİKRİ VE GEREKLİLİĞİ
Bütün dinlerin oluşturucu ögesi olarak görülebilecek olan kurtuluş fikri, din felsefesi için de büyük öneme sahiptir. Bu ehemmiyet insanoğlunun esas itibariyle kurtuluş ihtiyacı içinde bulunduğu, yani kaza ve talihsizlikten tutun da her şeyi kuşatan endişe (weltangst)’ye kadar birçok kaynak ve nedenleri bulunan genel bir acı çekme tecrübesinden kurtulma ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Schelling bu Angst’ı (endişe) bütün yaratıklara yayılmış olan Melancholie (hüzün ve kasvet) olarak belirledi ve onun kozmik terimlerle düşüş, yabancılaşma ve (ahlaki) çöküntü (corruption, Verführung); psikolojik terimlerle ise yanılgı, cehalet, günah ve suç gibi muhtelif açılardan yorumlandığını belirtti. Kurtuluş ihtiyacının önemi ve derinliğinin bilinci kadar ayrıntılarındaki çeşitlilik de, ne olursa olsun, ibtidai halklar arasında bu duyguyla en erken dalgalanma —ki bu dalgalanmalar oldukça sık bir şekilde görülmüştür— en yüksek düzeyde gelişmiş kültürler arasında bulunan daha derinlikli ve evrensel anlayışlara doğru belli bir çizgi üzerinden kaymıştır. Bu bilinçliliğin yoğunlaşması ve kurtuluş fikrinin tedrici gelişimi, Ruh’un (Geist) gelişiminin en önemli alanlarından biridir. Tabii olarak bu fikrin gelişimini düzenli bir süreklilik olmaktan çok, ite kaka bir ilerleme olarak algılamak gerekmektedir. Eğer kurtuluş ihtiyacı derin bir şekilde kökleşmemiş ve gerçekten de evrensel bir şekilde insani değilse, insan zihninin kurtuluş düşüncesine vakfettiği —düşünceler ve görüşler, ümitler ve istekler, fikirler ve öğretilerden oluşan— çok kesif bir miktarı bulan dikkati kesinlikle izah edemeyiz. Dini dehalar mütemadiyen kendilerini bu düşünceye adamışlardır. Sayısız büyük veya küçük vaiz ya da peygamberler bu düşünceyi ilan edip şekillendirmişlerdir. Her nerede ki, insanlar pozitif ve tarihi dinleri terketmiştir, orada filozoflar homines religios (dindar insan)’un çabalarını sürdürmüştür. Teorik kalkış noktaları çoğu kere kainatın menşei ve sonu ile insanlığın tabiat ve mukadderatı hakkındaki öğretileri içeren çok yoğun dini sistemler ortaya çıkmıştır. Bu sistemlerde kozmoloji, antropoloji ve eskatoloji soteriolojide en yüksek noktasına ulaşmış ve pratik talimler ise tabiat ve kökenini doktrinlerin açıkladığı kötülükten kurtuluşa sevkeden yolu göstermekten ibaret olmuştur. Bu dini sistemler tapınma ve ibadete ilişkin form ve kurumlarda somut biçimlerini kazanmışlar ve onların sosyolojik gücü okullar, kiliseler ve mezheplerle büyük ve küçük gruplarda tezahür etmiştir. Bütün bunlar olurken Asya’da (Hindistan ve İslam) olduğu kadar Batı’da da teorik kurtuluş problemi, filozoflar, yani din filozofları tarafından devralınmıştır. Bu durum, filozofların dini topluluğu terkedip ortaya attıkları sorunlara dini çözümleri kabul etmedikleri zamanlarda bile böyle olmuştur. Filozofların, özellikle kurtuluş düşüncesiyle ilgilenmiş olanların, aynı zamanda dini bakımdan da en duyarlı kimseler olduklarını, dolayısıyla onların mütemadiyen felsefi girişimi dinin komşuluğuna doğru çevirmiş olduklarını ilerde açıklayacağım. Bir aralık pozitivizm, din ve felsefenin insanlığın eninde sonunda bir kenara atacağı geçici birer fenomen olduğu yanlış görüşünü besledi. Fakat kurtuluş ihtiyacının hem zaman hem de mekan açısından evrenselliği bu iddianın yanlış olduğunu göstermiştir. Kurtuluş düşüncesi her bir farklı yerde derece derece gelişmiş ve her birinde kendine özgü biçimler kazanmıştır. O bir yerde oldukça belirgin bir biçimde ortaya çıkabilirken başka bir yerde sadece başlangıç aşamalarına ulaşmış olabilmektedir. Fakat yine tekrar ediyorum ki, o hiçbir zaman bulunmamazlık etmemiştir. Yaratıklar daima kurtuluş ümid etmişlerdir, yani kendi tabiatlarını.
KURTULUŞ FELSEFESİ
Daha önce gördüğümüz gibi kurtuluş ihtiyacı dünyadaki ıstırap ve kötülük tecrübelerinden kaynaklanmaktadır. Istırap birçok şekilde ortaya çıkabilir. Mesela fakirlik ve çalışma-didinme, hastalık ve talihsizlik, yetersizlik ve günah şeklinde olduğu gibi. Beden ve nefs ile akıl ve şiddetli duygular arasındaki tezatlarda ya da fanilik ve ölüm gerçeklerinde bunun ifadesini bulmak mümkündür. Karl Jaspers’i izleyerek insanların ıstırap çekip kurtuluş ihtiyacının farkına varır hale geldikleri anlar olan insani varoluştaki can alıcı olaylar ve anları “sınır–çizgisi-durumları (grenzstuationen)” olarak belirliyorum. Istırap durumları insanların kendi tabii varoluş durumlarını, sonlu dünyayı ve oradaki ilişkileri bir kenara itip ebedi olana yönelmelerini tahrik edebilir. Böyle yapmakla onlar şeyler arasında yeni bir müteal ilişkiyi keşfederler, artık dünya ve insanlık yeni bir ışık altında görünür ve manalar ve değerler, “tabii” varoluş oluşumlarındakinden daha farklı bir biçimde vurgulanır. Son olarak ıstırap deneyiminin insanın ebedi olanla (yani Tanrı ile birleşmesi [4] şeklindeki) ilişkisini ve ahlaki davranışları için önemini vurgulayıp vurgulamamasına yahut onun ilişkilerinin teorik anlaşılışına (spekülasyon) vurgu yapıp yapmamasına bağlı olarak kurtuluş düşüncesinin daha dini ve daha felsefi ifadelendirilişinden söz edilebilir. Dini ilişkilerin tabiatı ve diyalektiğini burada tartışmayı gereksiz görüyorum. Şu kadarını söylemek yeterlidir ki; günaha teşebbüsler, şüpheler ve kuşkuculukla engellenebilen ve bozulabilen Tanrı tecrübesinde bir kimsenin kendi noksanlığını ve yetersizliğini deneyimlemesiyle birlikte Kutsal’ın (the numinous, numinoser unwert) karşısındaki değersizliğini de deneyimlemesi, tam olarak doğrudan doğruya o kimsenin kendi öz günahkarlılık bilincine varmasına ve bu bilinçle de Tanrı ile insan arasındaki uzaklık duygusuna kapılmasına yol açar.
İlahi lütuf sayesinde gerçekliştirilen kurtuluş, bir aracının tevessülü yoluyla bu uzaklığı (iyice) kapatır. Bu durumda kurtuluş, Tanrı’ya karşı tüm yabancılaşmaları alt eden ve yetkinsizliği ortadan kaldıran bir inayet durumu halini (ya da biçimini) kazanır. Öyle ki sonuçta kurtuluş ya kutsanmış bir yakınlık ya da Tanrı’yla birleşme haline kadar gelir. Bunun tersine felsefe, epistemoloji gibi uzmanlaşmış alanlara veya tam anlamıyla formel bir ansiklopedi külliyatına bölünmediği sürece, zorunlu olarak kendilerini sınır-çizgisi-durumlarda gösteren büyük varoluş problemlerine (Dasein) yol açar. Hem Batı’da hem de Doğu’da felsefe -genel konuşmak gerekirse- bu problemleri iki yolla çözmek istedi. Birinci yolda felsefe, belli değişikliklerle ve özellikle dünyanın ve insanlığın kurtuluş ihtiyacı bakımından kurtuluş dinlerinin temel varsayımlarını ele almıştır. Böyle yapmakla o, günah ve günahkarlık duygusundan ziyade kusurluluk, hata ve cehalet üzerinde durmak istemişti. Fakat bütün bunlarla birlikte felsefe, beşeri açmazları yine beşeri gayret aracılığıyla (selbsterlösung) veya onun pek işe yaramadığı durumlarda ise aynı beşeri açmazları dini aracı ya da kurtarıcıyı ampirik terimlerle yeniden yorumlamak suretiyle aşmayı denemiştir. Buna göre inayet fikrinden vazgeçilmekte ve insanlar kendilerini maddi dünyadan uzaklaştırmak ya da ruhlarını kurtarmak (özgürleştirmek) suretiyle ıstırabı kendi güçleriyle ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar. Doğrusu bir kimsenin kurtuluşunun felsefi yolları ve yöntemleriyle; yollarının pratik, teorik ve duygusal egzersizlerin çeşitli birleşimlerini içerdiği durumlarda kurtuluş dinlerindeki kurtarılma yol ve yöntemleri arasında pek de büyük bir fark yoktur. Felsefi çözümler esas itibariyle bilgi yollarındaki değişikliklerden kaynaklanmaktadır. Mesela bir seçenekte kurtuluş; Schelling, Schopenhauer, Samkhya felsefesi ve Gnostisizm’de olduğu gibi birtakım hususi sezgi ve bilgi kanallarıyla gerçekleşmektedir. Genellikle bu bilgi; Yoga, Budizm ve Tantrizm’de olduğu gibi kurtuluş yolunu oluşturan teknik ve maharetlerin öğretilmesiyle birlikte bulunur. Bu seçenek, felsefe ile din arasındaki uçurumu kaldırma eğilimindedir. Bu seçeneğin başka bir şeklinde felsefe; bizatihi ve başka bir sebepten dolayı çalışma, tutkuları kontrol etme ya da herkesin kendi vazifesini yapması (Kant ve Fichte) gibi belli ahlaki buyruklar ortaya kor. Bir kimsenin kendini kurtarma çabasının kurtuluş dinlerinden ödünç alınan varsayımlar üzerine bina edildiği sürece devamlı bir şekilde hiç izlenmemesi tipik bir durumdur. Mesela bir kere Vedanta felsefesinde veya Schopenhauer’ın düşüncesinde inayet fikrinin nasıl beşeri çabaya müdahale ettiğini düşünün.
Büyük varoluş problemlerini çözmeye çalışmak amacıyla filozofların takip ettiği ikinci yola gelince, onu burada enine boyuna tartışmamız mümkün değildir. J. Burchardt ve W. Dilthey’in gösterdiği gibi Rönesans döneminde, kendi-kendine-yeterlilik, güç ve insanlığın güzelliği fikriyle nitelendirilen bir tutum olarak Avrupa’da hayata karşı yeni bir tutum (Lebensgefühl) ortaya çıktı. Bu tutumla bağlantılı olarak Aydınlanma gibi daha sonraki dönemler aklın özerkliği fikrini geliştirmekle kalmadı aynı zamanda birtakım eski tutum ve düşünceleri de yeniden canlandırdı. Bu gelişmede Alman klasizmi önemli bir yer tutmaktadır. Aydınlanma çağı, sonunda insanlığın ahlaki bozulması, günahkarlığı ve suçluluğu inancına karşı çıkmak kadar kurtuluş düşüncesine de karşı çıkmış ve peşinden (Feuerbach ve Nietzsche’de olduğu gibi) bir insanlık kültü (insanmerkezcilik) bırakan dini değişime de yol açmıştır. Bu görüş bugün çok yaygın olup Hıristiyanlık ve diğer kurtuluş dinlerinin başlıca düşmanı konumundadır.
(Toplum Felsefesinde Kurtuluş)
Kurtuluş düşüncesi hakkındaki dini ve felsefi görüşlere ek olarak bunlarla hiç de ilgisiz olmayan diğer başka iki yaklaşımı daha zikretmeliyim ki, onlar da, toplumsal ve sanatsal kurtuluş düşünceleridir. İnsanın kurtuluş ihtiyacı eğer nefs ve ruhun derinlikleri bakımından değil de maddi ihtiyaçlar ve bilhassa içtimai manada anlaşılacak olursa kurtuluş düşüncesi sosyal ve ütopik bir biçim kazanır. Klasik öncüllerinde olduğu gibi Godwin, Fourier, Engels ve Marks’ın modern sosyal teorilerinde de kurtuluşa dönük ilgi açıkça görülebilir. Yine modern Alman ve Rus din filozoflarını düşünelim bir kere. Onların hepsinin görüşlerinde kurtuluş, maddi eşyanın dağıtımında belli “adil” bir düzene ulaşmak olarak anlaşılmaktadır. Söz konusu teorisyenler ayrıca (mesela Sosyalizm, Komünizm ve Bolşeviklik’te olduğu gibi) doğrusu daha derin bir mutluluğun ve ruhi ve manevi alanda bir hoşnutluğun ortaya çıkacağını da ummuşlardır.
(San'atta Kurtuluş)
San'at yoluyla kazanılan yücelme deneyimi ve iç huzuru da genellikle “kurtuluş” olarak tasvir edilmektedir. Hatta (Eflatun ve Plotinos’da olduğu gibi) antikitede bile bu böyleydi ve başta Romantikler olmak üzere en son estetikçiler de benzer teoriler geliştirmişlerdir. Bu görüş doruk noktasına Schopenhauer’ın sanat teorisinde ulaştı. Schopenhauer’a göre sanat, bize düşüncelerin teksifi yoluyla “arzu ve isteklerden” özgür olma yolunu sağlar. İnsanlara onları zaman zaman görüngüler dünyasından ve onun baskılarından kaçırıp böylece geçici bir kurtuluş temin eden de yine sanattır. Müziğin “kurtarıcı” etkileri de sık sık övülegelmiştir.
KURTULUŞ FELSEFESİ TARİHİ
Kurtuluş düşüncesinin felsefe tarihinde oynadığı rolden hareketle, felsefenin kendini herhangi bir dinden ne kadar soyutlayabileceğine bakmaksızın köklerinin dinde yattığını çok açık bir biçimde görmek mümkündür. Bu, Doğu’da olduğu kadar Batı’da da böyledir ve bunu en iyi, felsefenin dini düşünceden hiç de köklü bir biçimde bağımsızlaşamadığı yalın gerekçesine bakarak görebilmekteyiz. Daha eski kimi düşünürler içerisinde, görüşlerinde Yunan felsefesi ve din arasındaki bağlantının epeyce açık olduğu birçok kimse bulunmaktadır . Pisagor, batılı ilk kurtuluş felsefecisidir. Her ne kadar düşüncelerinden dolayı değil de tavırlarından dolayı olsa bile Heraklitos, Eflatun’a kadar uzanmakta olan bir çizgiye dahildir ve Eflatun’un felsefesindeki dini unsura ise yeterli bir şekilde dikkat çekilmiş bulunmaktadır. Eflatun, diyaloglarında ilk batılı kurtuluş metafiziğinin taslağını çizen kimse konumundadır ve bu engin metafizik onun en son takipçilerini bile etkilemiştir. Eflatun’un tek tek dinlerle olan nisbeten gevşek bağlantıları Yeni-Eflatunculuk’ta daha da sıklaşmaktadır. Yeni-Pisagorculara ve Ammonius’a karşılık olarak Plotin klasik (ancient) Batı’nın üretebileceği belki de en güçlü ve yaygın kurtuluş felsefesi olan koskoca bir düşünce sistemi geliştirdi. Ennead’larda her şey, Plotin’a göre teorik düşünceler yanısıra insan eylemleri ve estetik beğeni (zevk)yi de yönlendiren kurtuluş düşüncesine boyun eğmiştir. Bununla birlikte Plotin’den önce Yahudi düşünür Filo, kendi cesur din felsefesinde Tevrat’ı remizli ve kinayeli bir şekilde yorumlayarak kurtuluşu hem bir mü’minin hem de bir mütefekkirin en yüksek hedefi haline getirdi. Çok sayıda izleyicilerin dini-felsefi taslak ve sistemleri bu iki büyük kafanın işaret ettiği yönde gelişmiştir. Söz konusu izleyicilerin en ünlüsü Iamblichus olup büyük sistemcisi ve mektep üstadı ise Proclus’tur. Proclus, Yunan ve Yakın Doğu dinlerinden çok sayıda unsuru bünyesine katmış bir felsefe olarak Yunan kurtuluş felsefesinin sonunu temsil eder.
Bu arada Hıristiyanlık küçük bir dini topluluktan bir dünya gücü haline gelmeye başlamıştır. Hıristiyanlık, (Hz.) İsa’nın çabalarında icra edilmiş olarak gördüğü kurtuluş düşüncesini merkezine yerleştirmiştir. Bu hareketten doğan her felsefe —kaldı ki Hıristiyanlar kendi hasımlarına oldukça erken bir dönemde felsefi bakımdan cevap vermişlerdir— merkezi kurtuluş düşüncesi tarafından yönlendirilmiştir: Augustine’in kapsamlı kurtuluş felsefesinden ve Anselm’in hoşnutluk felsefesinden tutun da Albert’te doruk noktaya ulaşma, Thomas’ın skolastisizmi ve Meister Eckhart’ın mistisizmine kadar bir dizi düşünce akımında yerini almıştır. Hıristiyan kurtuluş düşüncesi çoğu insanici (hümanistic) Eflatuncuları ve Rönesans’ın tabii (natural) felsefecilerini etkiledi, fakat derin bir şekilde etkilediği Jacob Boehme’nin yanında bunlar solda sıfır kalır. Öte yandan Descartes’tan beri modern Avrupa felsefesi epistemolojik problemleri incelemeye öncelik vermiş ve kendiliğinden insan bilincini tahlil etmeyi uğraş haline getirmiş ve sonuçta merkezi varoluşsal problemler olan hayat ve ölümden giderek uzaklaşmıştır. Şüpheciliğin köklü bir biçimde yeni düşünceye yol açmadığı yerlerde geleneksel Hıristiyan çözüm genel olarak muhafaza edildi. Spinoza gibi engin bir metafizikçinin baş yapıtının kurtuluş düşüncesinde son noktaya varmasından daha tabii bir şey olamazdı. Aynı şekilde sınırsız iyimserliği ve insan zihninin güçlerine olan hudutsuz güveniyle Aydınlanma’ya giden yolu açan Leibnitz’in temel tavrı, Aydınlanma düşünürlerinin insanın kurtuluş ihtiyacının üzerinde fazla durmamalarına ve Hıristiyan öğretide ifadesini bulduğu biçimiyle kurtuluş olasılığından yüz çevirmelerine sebep oldu. Başta Fransız olmak üzere Aydınlanma düşünürleri dinin kurtuluş öretisel yönlerine ve onunla elbirliği eden din felsefesine karşı sık sık şiddetli bir biçimde veryansın ettiler. Kant kendi derinlikli din felsefesinde kurtuluş düşüncesini yeniden canlandırdı. Fakat öte yandan kendisinin büyük ölçüde onayladığı pozitif Hıristiyan öğretiyi ahlaki ya da manevi bir tekamül ve yetkinlik haline dönüştürmek suretiyle böyle yapmış oldu. Hamann, Jakob ve Herder çok sıkı bir biçimde Kitab-ı Mukaddes’ten hareket etmek suretiyle kurtuluş hakkında felsefe yaptılar. Hatta Fichte gibi Kant’ın büyük haleflerinin birincisi olan bir kişi, Anwelsung zum seeling Leben (“Ruhani Hayat İçin Talimler”)’de Hıristiyan mistiklerinin kurtuluş yöntemini buldu. Schelling’in bıkmak usanmak bilmeyen zekası, hem klasik hem de modern kurtuluş felsefesinden esinlenmek suretiyle çeşitli yollardan din felsefesinin bu merkezi problemi üzerinde odaklandı. Schopenhauer’dan önce felsefeyi daha esaslı bir şekilde metafizik üzerine kurmak amacıyla yeltenen Schelling’in dışında hiç kimse çıkmamıştır. Romantik dönemin başları, kurtuluş düşüncesine meftun idi. Yalnızca birtakım geç Hıristiyan izleyiciler ancak ona epey derin bir şekilde nüfuz etmiş ve spekülatif felsefe nokta-i nazarından hiç kimse Kierkegaard kadar çok kökten ve keskin-görüşlü bir şekilde bu düşünceye yaklaşamamıştır. Yine de Kierkegaard’dan önce Hegel’in evrensel aklı spekülatif olarak kurtuluş düşüncesini yorumlamış ve din felsefesinde büyük bir okulun yolunu açmıştır. Ondan sonra modern kurtuluş mitologu J.J. Bachofer’un spekülatif-tarihsel felsefesi gelmiş, nihayet onu ise Schopenhauer’ın kapsamlı bir metafiziksel kurtuluş öğretisini ortaya koyması izlemiştir. Bir kez daha felsefenin kurtuluş-öğretisel ilgisi dine yaklaşmış ve Hindistan’ın kurtuluş dinleri Schopenhauer’ı derin bir biçimde kendisine çekmiştir. Ed. von Hartmann’ın dini felsefesi Schelling, Schopenhauer ve Hegel’in mirasını sürdürmüştür. Hegel felsefesinin yaptığı gibi onunki de kurtuluş düşüncesinde son bulan bir ruh dini içerisinde karışıp onunla bütünleşmiştir. A. Drews ve L. Ziegler kendi düşüncelerini bu noktadan başlatmışlardır. Eğer Kantçı ve fenomenolojik okulu saymayacak olursak çağdaş felsefe Feuerbach’ın tilmizi ve Hartmann’ın eleştirmeni olan Nietzsche tarafından ağırlıklı bir biçimde etkilenen bir yaşam felsefesi haline gelmiştir. Aynı zamanda bu felsefenin temel tutumu giderek kurtuluş düşüncesinden epeyce uzaklaştırılmıştır. Sadece, (yeni-Budizm, teosofi ve antroposofi gibi felsefi çabaların) Hıristiyan ya da Doğulu düşünce dünyalarıyla çok yakın bir şekilde birleştiği durumlarda ancak, çağdaş felsefeler kurtuluş düşüncesine hitap edebilmektedirler. Kim bilir belki de gelecekte bu birleşme daha yaygın bir hale gelecektir.***
- Wach, Joachim, “The Savior in the History of Religions ve Salvation”, Introduction to the History of Religions, ed. J. M. Kitegava, G. D. Alles ve K. W. Luckert, Macmillan Press Comp., NY. ve Londra, 1988, s. 169-197. Bu yazı ilk olarak MÜİFD., Sayı:13-15, 1997, s. 249-261’de yayınlanmıştır.
- Söz konusu araçların İslam Mezhepler ve Tarikatlar Tarihinde ortaya çıkan birçok akımda yer alması yanı sıra, harekete ismini verecek kadar tipik bir şekilde tezahürünü; -gerek Abbasi ve Selçuklu idaresine karşı giriştikleri terörist süikastları (assassination) gerekse uyuşturucu (haşhaş) kullanmalarından dolayı Haşişiler olarak bilinen Şii-İsmaili grupta görmek mümkündür. -ç.n.
- Kurtuluş düşüncesinin tarihi, tezahüri (fenomenolojik, görüngübilimsel bütün yönleriyle) ve Osmanlı Döneminde kazandığı dini-ictimai boyutlarıyla etraflı bir incelemesi için bak Ali Coşkun, Osmanlı Dönemi Dini "Kurtuluş" Hareketleri Üzerine Sosyolojik Bir Araştırma, İstanbul, 1996, (Marmara Üniv. Sos. Bil. Enst., Yayınlanmamış Doktora Tezi).
Kaynak: M.Ü. İlahiyat Fak. Dergisi Sayı.15, 1996