Bilinmeyen şeylere ve yerlere merak duyulması, en eski çağlardan beri insanlığın tabii bir duygusu idi. İlk çağlarda, dünyanın çok küçük bir bölümü tanınıyordu. Uzak bölgelere gezi yapanları anlatıp yazdıkları daima heycan uyandırmaktaydı. Orta çağda, Avrupa’dan Uzak doğu’ya giderek , çin’de kubilay kağa’nın yanında kalan Marko polo’nun verdiği bilgilere çok kimse inanmamıştı. Ibn Batuta, ibn Fablan gibi islam gezginleri de, “bilinmeyen” ülkelere geziler yaparak, gördüklerini kaleme almışlardı. Bunların doğruluğu anlaşıldıkça, “yeni” ülkelere duyulan merak daha arttı. Keşiflerin birinci sebebi budur.
Avrupa’nın islam ülkelerine karşı giriştiği Haçlı seferleri, görünüşte dini bir nitelik taşıyordu. Hedef, kutsal kudüs şehrini, Müslümanların elinden kurtarmaktı. Fakat, aslında Doğu’nun zenginlikleri, o çağda yoksul sayılacak Avrupa’nın gözlerini kamaştırıyordu. İki yüz yıla yakın süren haçlı seferleri, İslam dünyasındaki bolluğu ve refahı, Avrupa’nın daha yakından tanımasına sağladı. Bu varlıklı hayata duyulan özen, Avrupa’da yeni gelir kaynaklarının araştırılması çığrını açtı. Bunu yolu ticaretten geçiyordu. Özellikle hindistan’dan Avrupa arasındaki ticaret yolları, başta Türkler olma üzere, Müslümanların elindeydi. Bu yüzden avrupalı tacirler, her uğrak yerinde yüksek vergiler ödemek zorunda kalıyorlardı. Bu yüzden, birçok malın Avrupa’ya maliyet çok artıyordu. Şu halde, yeni yollar aranması ve bulunması gerekli hale gelmiştir. İkinci sebep de budur.
Hemen tamamıyla Hıristiyan olan Avrupa, kilisesinin ağır baskı altındaydı. Papalığın rızası alınmadıkça, yeni topraklara açılmak zordu. Bu bakımdan, erişilecek yerlerde Hıristiyanlığın yayılması da göz önünde bulunduruluyordu. Bu da, dini bir sebep oluşturuyordu.
Barutun ve topun kullanılmasıyla ortaya çıkan güçlü krallıklar, ticari alanda birbirleriyle rekabete başlamışlardı. Uzak doğu’ya yeni yollarla ulaşmak, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin zengin mallarını kendileri taşımak için yeni yollara ihtiyaç duyuyorlardı. Bu ise, ancak yeni keşiflerle sağlanabilirdi.
Coğrafya keşiflerinin yapılabilmesi için, elverişli bir bilim ortamına da girilmişti. Dünyanın düz değil, yuvarlak olduğu gerçeği Müslümanlardan öğrenilmişti. Dünya yuvarlaksa, doğu’ya doğru değil, batıya doğru da gidilerek aynı yere (Hindistan’a) ulaşılabilirdi.
Bunu yapabilmek için teknik imkanlar da elde edilmişti. Pusula, rüzgar gülü gibi aletler bunlar arasındaydı. Ayrıca, açık denizlerin fırtınalarına dayanıklı büyük ve sağlam gemilerde yapılabiliyordu.
b) Başlıca Keşifler:
Daha XV. Yüzyıl ortalarında Portekizliler Afrika’ya keşif heyetleri gönderiyorlardı. Bu heyetlerden biri, Bartelemo Diyaz yönetiminde, Afrika’nın güneyinde dolaştı (1487). Buraya “Ümit Burnu” adı verilirdi.böylece, Hindistan’a deniz yolu ile ulaşma imkanı elde ediyorlardı. XV. yüzyılın sonunda Vasko dö Gama, bu yoldan Hindistan’a vardı (1498). Bundan sonra Portekizliler Hint okyanusu’na donanama gönderdiler ve Uzak Doğu’ya kadar olan bölgelerde ticareti elerine geçirerek sömürgeler kurdular.
Amerika’nın Keşfi: Kristof Kolomb adında Cenevizli bir gemici, hep batıya gitmek suretiyle doğuya varılabileceğini ileri sürüyordu. Düşüncesini gerçekleştirmek için, denizci devletlere başvurdu. Uzun uğraşmalardan sonra, projesi İspanya kralı tarafından kabul edildi ve desteklendi. İstediği gemileri ve denizcileri alan Kolomb, Atlas Okyanusu’na açıldı. Zorlu bir yolculuktan sonra, Orta Amerika’da Bahama’ya vardı (1492). Ancak, yeni bir kıta keşfettiğini bilmiyor, Hindistan’a ulaştığını sanıyordu.
Kısa bir süre sonra Amerigo Vespuçi adlı bir İtalyan denizcisi, Güney Amerika’da Brezilya Kıyılarına çıktı. Buranın yeni bir kıta olduğunu anladı. Bu sebeple, Amerika’ya Kristof Kolomb’un değil, onun adı verildi.
Balboa ise, bugünkü Panama Kanalı’nın bulunduğu yerden geçerek ilk defa Büyük Okyanus’a çıktı (1513).
Macellen, Hindistan’a ulaşmak için, Güney Amerika’yı dolaşarak Büyük Okyanusa geçti. Uzak Doğuya vardı. Ancak buradaki bir çarpışmada öldürüldü. Yanındaki denizciler, yollarına devam ederek İspanya’ya döndüler. Böylece, dünyanın çevresi ilk defa dolaşılmış oldu (1521).