Boğdan`ın Prut nehrinin batısında kalan bölümü 1859 yılında Eflak ile birleşerek Romanya`yı oluşturdu. Buna zamanla Osmanlılarca Erdel adı verilen Transilvanya bölgesi de katıldı. Boğdan`ın Prut nehrinin doğusunda kalan kısmı 1812 yılında Rusya tarafından işgal edilerek Besarabya adını aldı. Böylece bugünkü Romanya`nın sınırları belirlenmiş oldu. 1918 yılında bir ara Besarabya Romanya`yla birleşti ama 1944 yılında Sovyetler Birliği tekrar bu bölgeyi işgal etti ve burayı SSCB`nin Moldova Cumhuriyeti haline getirdi. 1991`de de bu bölge Moldova Cumhuriyeti olarak bağımsızlığını kazandı. Bugünkü Romanya ve Moldova aslında aynı etnik gruptan gelen insanlardan oluşurlar ve aynı dili konuşurlar.
Sonuç olarak Osmanlıların Boğdan adını verdiği bölge şu andaki Moldova`nın tümünü ve Romanya`nın kuzeydoğusundaki bir kısmını kapsayan bir bölgeydi.
Bakınız
Kaynaklar
VikipediFransız-İtalyan Anjou sülalesinin elinde bulunan Macar Krallığı, doğudan sürekli olarak gelen hücumları engellemek için, Karpat dağlarının doğusunda bir askeri garnizon kurmuştu. Ayrıca bu garnizonun bulunduğu bölgenin güneyindeki dinsiz bir kavmi ve Ulahları hıristiyanlaştırmak için, 1227 senesinde papa tarafından bölgede kumanlar piskoposluğu kuruldu. Bir süre sonra Altınordu hükümdarı Batu Han, bu piskoposluğa son verdi. Bölgedeki Ulah sülalesi, Macar kralı Lajos’a karşı ayaklanarak idaresinden ayrıldılar ve Moldovya’ya yerleşerek müstakil bir devlet kurdular. Bu devlet, kuruluşundan itibaren çeşitli hücumlara maruz kaldı. Leh, Macar ve Altınordu devletleri tarafından yapılan bu saldırılara karşı, Moldovya Devleti savunmada çok zorluk çekti.
On beşinci asrın başlarında Boğdan (Moldovya) yakınlarındaki bölgelerde Osmanlı akıncıları görünmeye başladı. Boğdan prensi, Osmanlılar ile doğrudan doğruya temas etmeden, önce Osmanlılara karşı vücuda getirilen müdafa teşkilatına dahil oldu. Voyvoda Aleksandru Celbun, 1412 senesinde imzalanan Lublin muahedesi ile Macar kralı Sigismund ve Leh kralı Vladislav Vagello’ya Osmanlılardan gelecek saldırı karşısında yardım edeceğine söz verdi. Yardım etmediği takdirde bu iki kral, Boğdan Prensliği’ne aid toprakları bölüşeceklerdi.
Osmanlı ordusu, Çelebi Sultan Mehmed zamanında Eflak voyvodası Mihail’i mağlub ettikten sonra, Dobruca ile aşağı Tuna kalelerini ele geçirdiler. İlk defa bu tarihte Boğdan topraklarına giren Akıncılar, Akkerman ve limanını kuşattılar ise de, şehri fethedemediler. İstanbul’un fethinden sonra, 1455’de Fatih Sultan Mehmed Han’ın ikinci Sırbistan seferi dönüşü sırasında, Boğdan prensliği, Eflak gibi Osmanlılara tabi olmayı kabul etti. Boğdan’ın Osmanlılara senede iki bin altın (sloti) vergi vermeyi ve padişahı metbu tanımayı kabulü, bu prenslik üzerinde metbuluk iddia eden Macar ve Leh kralları için büyük bir yıkım oldu. Böylece Boğdan, bu devletlere Karadeniz’i kapatmış oluyordu. Boğdan’ın Osmanlı hakimiyetini tanıması; Osmanlı Devleti’ni, Kuzeybatı Karadeniz’in hakimi yapmış, Kırım’a ve Lehistan’a komşu vaziyete getirmişti. Fatih Sultan Mehmed Han, Boğdan’ın iç işlerine müdahale etmeyip, yerli prenslerin idaresinde, imtiyazlı bir eyalet halinde bıraktı.
Boğdan voyvodası Stefan Mare, önceleri Osmanlı Devleti’ne vergilerini ödüyordu. Daha sonraları özellikle Osmanlıların, Venedik, Napoli ve Papa ile denizde; Macarlar ve Arnavutlar ile karada savaştıkları bir zamanı fırsat bilerek, tekrar bağımsızlığını elde etmeğe çalıştı. Arası açık bulunan Eflak voyvodası üzerine yürüyerek onu memleketinden kaçırdı. Bu durum padişah tarafından haber alındı. Sebebi sorulunca; Stefan Mare, eşkıyanın kendi arazisindeki tahribatı sebebiyle, cezalandırmak için saldırdığını bildirdi. Bunun üzerine Osmanlı Devleti tazminat istedi. Boğdan prensini himaye eden Leh kralının duruma müdahale etmek istemesi üzerine, Rumeli beylerbeyi Hadım Süleyman Paşa komutasında bölgeye bir ordu gönderildi (1475). Osmanlı ordusu, Boğdan prensine mağlub olunca, prensin gururunu kabarttı. Stefan Mare, işin bu kadarla bitmiyeceğini bildiğinden, papaya ve hıristiyan devletlere başvurup, yardım istedi ise de, hıristiyan aleminden yardım gelmedi.
Süleyman Paşa’nın mağlubiyeti üzerine, Fatih Sultan Mehmed Han 1476 baharında ilk Boğdan seferine çıktı. Ordu Varna civarına geldiğinde, Leh elçisi de oraya gelmişti. Sultan elçiye şu üç teklifi yaptı: 1- Vergi te’diyesi, 2- Cenevizli esirlerin iadesi, 3- Kilya’nın teslimi. Boğdan elçisi bu teklifi kabul etmeyince, ordu, Boğdan topraklarına girerek, ilerlemeye başladı. Prens, Osmanlı ordusunun karşısında tutunamıyacağını bildiğinden, etrafı yakıp yıkarak ve yiyecek maddelerini dağlara kaldırarak geri çekildi. Fakat Tuna yoluyla erzak getirildiği için orduda herhangi bir kıtlık görülmedi. Prens Stefan, sarp bir dağın arkasındaki ormana girerek etrafını tahkim ile peçine denilen siper hendekler açtırmış, ağaç ve arabalardan manialar yaptırmıştı. Durumu öğrenen padişah, orduyu o istikamete çevirdi. İki taraf arasında yapılan muharebede, Anadolu ve Rumeli tımarlı sipahileri büyük gayret gösterdiler. Ormanın önü geçilmez olduğundan yeniçeriler top ateşi karşısında yüzü koyun yere yatmak mecburiyetinde kalıyorlardı. Fatih, Belgrad muhasarasında yaptığı gibi atını ileri sürünce, yeniçeriler de ayağa kalkıp hücuma geçtiler. Tımarlı sipahiler de hücuma destek olunca, kısa zaman sonra prensin ordusu ağır bir şekilde mağlub edildi. İki ay Boğdan’da kalan Sultan, asker arasında veba hastalığının başgöstermesi üzerine gayesine tam ulaşamadan geri döndü.
Karadeniz sahillerinin büyük bir kısmını alan Osmanlıların, hem ticaret hem de yapılacak seferler için Polonya yolu üzerinde bulunan önemli bazı sahil şehirlerini zapt etmeleri icab ediyordu. Özellikle Boğdan’ın can damarı olan ticaret iskelelerinin alınması, bu prensliği ister istemez Osmanlı nüfuzu altına sokacaktı. Polonya, Macaristan ve Venedik ile 1483’de bir sulh andlaşması imzalayan sultan İkinci Bayezid, 1484 senesi baharında ikinci Boğdan seferine çıktı. 6 Temmuz 1484’de ordu, Tuna nehrinin kuzey sahilindeki ve Boğdan’ın Karadeniz kapısı olan Kili önüne ulaştı. Kale, karadan ve denizden muhasara edildi. Karşı koyamıyacağını anlayan kale kumandanı, 15 Temmuz’da şehri teslim etti. Daha sonra Osmanlı ordusu Dinyester nehrinin meydana getirdiği küçük bir körfezin kıyısında bulunan ve daha önce üç defa kuşatılan fakat bir türlü fethedilemeyen Akkerman kalesini kuşattı (24 Temmuz 1484). Çok önemli olan bu kale, Osmanlı ordusu karşısında ancak on dört gün dayanabildi. Kalenin muhasarasına Kırım Han’ı Mengli Giray da katıldı. Adet üzere, yeni alınan yerlerin hemen tahriri yapıldı ve Sultan Edirne’ye geri döndü.
İkinci Bayezid Han’ın bu fetihlerinden sonra, Boğdan’ın Karadeniz sahillerinde toprağı kalmadı. Boğdan prensi, Akkerman’ı tekrar ele geçirmek için bazı çalışmalar yapdı ise de başarılı olamadı. Bu durumu haber alan Padişah, Boğdan üzerine Hadım Ali Paşa komutasında bir ordu gönderdi. Bu ordu karşısında duramayacağını anlayan Prens Stefan, Leh kralına sığındı. Ali Paşa’nın Boğdan’dan ayrılması üzerine memleketine dönen Prens, tekrar Kili ve Akkerman kalelerine saldırdı. Bunun üzerine Silistre sancakbeyi meşhur akıncı reisi Malkoçoğlu Bali Bey, Boğdan üzerine gönderildi. Boğdan prensi Stefan Mare, bu durum karşısında Leh ve Macar kralından yardım istedi ise de, umduğu yardım gönderilmedi. Sonunda Osmanlının muhteşem ve yenilmez bir devlet olduğunu anladı. Osmanlı hakimiyetini tanıyarak her sene dört bin altın vergi yermeyi kabul etti. 1504 senesinde ölürken, oğluna memleketi, öteki milletlerden daha hakim ve kuvvetli oldukları için Türklere teslim ederek, başkalarına vermemesini vasiyet etmiştir. Bazı istisnaları dışında Stefan Cel More’nin bu siyasi vasiyetine bütün Boğdan voyvodaları uymuşlardır. Osmanlıların Viyana seferi sırasında, Prens Petro Rareş sadakatini teyid ile vergisini bizzat kendisi verdi (1530). Prens Petro bu tarihten sonra dışarıdan yapılan te’sirlerle Osmanlıya olan bağlılığını terk ederek gizlice Avusturya imparatoru Ferdinand ile haberleşmeye başladı. Daha sonra Osmanlılar tarafından Budin’e yerleştirilen ve bölge ahvaline dair Osmanlı Devleti lehinde casusluk yapan Venedikli Aloisio Gritti’nin öldürülmesinde Boğdan prensi Petro’nun parmağı olduğu anlaşılınca, Kanuni Sultan Süleyman, Temmuz 1538’de üçüncü Boğdan seferine çıktı. Sür’atle hareket eden Osmanlı ordusu, Tuna ve Prut nehirlerini geçerek Boğdan’a girdi. Osmanlı kuvvetlerine karşı duramıyacağını anlayan Rareş, Transilvanya’ya kaçtı. Eflak voyvodası üç bin kişilik bir kuvvetle Rareş’in kuvvetlerini mağlub etti ise de, Boyarların ihaneti neticesinde Rareş yakalanamadı. Sultan, Boğdan Prensliği’nin merkezi olan Yaş Pazarını ve Şeçav’ı zabtetti. Boğdan tahtına da itaatkar bir voyvoda olan Rareş’in kardeşi Stefan’ı geçirdi. Stefan’a verilen beratta, iki senede bir senelik vergisini bizzat kendisinin getirip takdim etmesi kaydedildi. Bu seferden sonra Boğdan ile Osmanlılar arasındaki toprak ihtilafları halledildi. Prut suyunun Akkerman tarafından Dinyester nehrine kadar bir hudut çizilip, hududun sonunda iki kale yapılması kararlaştırıldı ve bu iş Boğdan prensine verildi.
Lokusta yani Çekirge lakabıyla anılan Stefan, memleketin önemli kısmını Osmanlılara terk ettiğinden dolayı, tepki gösteren Boyarlar tarafından öldürüldü ve yerine üçüncü Aleksandr getirildi. Bu Prens, Kili, Akkerman ve Bucak kalelerine saldırdı ise de, başarılı olamadı. Bu sırada eski voyvoda Rareş bir yolunu bulup İstanbul’a gelerek kendisini affettirdi. Sultan ona yeniden Boğdan voyvodalığını verdi. Senelik vergisini de on iki bin dukaya yükseltti. Rareş’den sonra yerine voyvoda olarak oğlu İlya geçti. İlya, babasının voyvodalığı zamanında rehin olarak İstanbul’da bulunduğundan, Osmanlı’yı ve İslamiyet’i yakından tanımıştı. Voyvoda olunca, Kanuni Sultan Süleyman’ın emri ile 1550’de Erdel’de faaliyet gösteren Avusturya imparatoru Ferdinand taraftarlarının üzerine sefer düzenledi. Bir süre sonra İslamiyet’i kabul eden ilya, Silistre sancakbeyi oldu. Beş sene kadar bu görevde kalan İlya, ömrünün son günlerini Haleb’de geçirip, 1562 senesinde orada vefat etti.
İlya’dan sonra Boğdan voyvodalığına geçenler bağımsızlık arzusu ile çeşitli hareketlere giriştiler. Voyvoda İoan, senelik verginin seksen bin altına çıkarılmasını kabul etmeyerek, Osmanlı kuvvetlerini Kazakların yardımı ile yendi. Bunun üzerine, o sırada sultan olan ikinci Selim Han, Ahmed Paşa komutasında bir orduyu, Tuna sancak beylerini ve Kırım hanını Boğdan üzerine gönderdi. İoan yakalanarak idam edildi. Yerine geçen voyvoda Aron da bağımsızlık arzusu ile çeşitli faaliyetlerde bulundu ise de, kendisinden şüphelenen Erdel prensi Sigismund Bothory tarafından öldürüldü. Daha sonra voyvoda olan Movila zamanında Osmanlı Devleti’ne karşı kurulan ve papanın himayesindeki Avrupa ittifakı önemli bir netice alamadı. Bazı mevzilerde başarılar elde eden müttefik kuvvetler komutanı Mihail, 1599’da Erdel, 1600’de de Boğdan’a hakim oldu. Kendisini Eflak, Boğdan ve Erdel hakimi ilan etti. Ancak Avusturya generali Basta tarafından öldürüldü.
On yedinci asırda Boğdan’da siyasi bakımdan önemli bir değişiklik olmadı. Lehistan krallığı bir kaç defa Boğdan’ın iç işlerine müdahale etti ve Yukarı Dnester’deki Hotin kalesini zaptetti. Sultan ikinci Osman Han 1620’de Hotin kalesini geri almak istediyse de netice alamadı. Bu asırda Boğdan’da Rum nüfuzu arttı. Boğdan kilisesi, İstanbul-Rum patriğine bağlı bulunuyordu. Çeşitli yerlerde manastırlar yaptırıldı. Ticaretle uğraşan Rumlar bir süre sonra Boğdan’ın iç işlerine müdahale etmeye başladılar. Sultan dördüncü Mehmed Han zamanında Lehliler ile yapılan savaşlarda Hotin geri alınarak Boğdan’a dahil edildi.
1681 senesinde, Boğdan prenslerinden Gheore Duca’ya, Osmanlı sultanı tarafından, vezirlere mahsus üç tuğ verildi. Bucas andlaşması gereğince Duca’ya ayrıca Ukrayna hetmanlığı da verildi. 1699 senesinde imzalanan Karlofça andlaşmasında Lehliler, Osmanlı Devleti’nden Boğdan’ı ısrarla istediler. Fakat Osmanlı Devleti, Boğdan’ın hür bir memleket olduğunu ve kılıç zoruyla değil, istiyerek Osmanlı Devleti’ne tabi olduğunu, bu yüzden bölgeyi Lehistan’a teslim etmeyeceğini bildirdi. Uzun müddet İstanbul’da kaldığı için Küçük Kantemiroğlu adıyla meşhur olan Dimitrie Cantemir, bu sıralarda voyvoda idi. Dimitrie Cantemir, Rus çarı Petro ile ittifak kurarak Rusya’nın ilk defa Boğdan siyasetine karışmasına sebeb oldu. Yapılan andlaşmada Boğdan, Tuna ve Karadeniz’deki hudutlarına kavuşmuş olacaktı. Rus Çarı ordusu ile hareket halinde iken, Prut nehri yanında bulunan Stanileşti köyü civarında 11 Temmuz 1711’de çevrilerek ağır bir mağlubiyete uğratıldı. Boğdan voyvodası Rusya’ya kaçtı.
Bu hadiselerden sonra sultan üçüncü Ahmed Han, Boğdan Voyvodalığı’nı, her zaman İstanbul’un kontrolü altında kalabilecek Rum beylerine verdi ve Voyvodalığın müddeti üç seneye indirildi. Bu prensler, Osmanlı Devleti’ne sadık kaldılar. 1821’e kadar devam eden bu döneme, Fenerli Rum Beyleri devri denildi.
1774’de Ruslarla imzalanan Küçük Kaynarca andlaşması ile Rus sefirlerinin Eflak ve Boğdan voyvodaları ve Osmanlı Devleti’nin Ortodoks tebeası lehinde bazı müdahalelerde bulunabilmeleri kabul edildi. Rusya, Boğdan ve Eflak konsolosluklarını açtı. Osmanlı-Rus savaşları sonunda 1792’de yapılan Yaş andlaşması neticesinde Rusya, Boğdan ile doğrudan doğruya komşu durumuna geldi. Sultan İkinci Mahmud Han zamanındaki Osmanlı Rus harbleri sonunda Ruslar, Boğdan ve Eflak’ın bazı bölgelerini ele geçirdiler. Buralar, Akkerman, Kili ve Bender, Türk ahalisi ile Rusya’ya ilhak oldu. Ruslar buraya Basarabya eyaleti ismini verdiler.
Eflak’da çıkan bir isyan neticesinde, Fenerli Rum Beyleri devri 1821’de sona erdi. Sultan İkinci Mahmud, voyvodalığı tekrar yerli prenslere verdi. 1826’da Rusya ile yapılan Akkerman andlaşmasına göre, voyvodalığın süresi yedi seneye çıkarıldı. 1856’da yapılan Paris andlaşması ile sona eren Kırım harbinden sonra, Ruslar, Boğdan’ın Tuna, Cahul, İsmail ve Belgrad şehirlerini iade etmek mecburiyetinde kaldılar. Bundan sonra Boğdan ve Eflak sadece Osmanlı Devleti’ne tabi oldu. 1859’da Basarabya’nın üç vilayeti de dahil olmak üzere Boğdan’a, Alexandra Lon Cuza prens tayin edildi. Aynı sene Eflak da bu prensin idaresine verildi. Bu prens İstanbul’a giderek sultan Abdülaziz Han’ı ziyaret etti. Bir süre sonra Boğdan ve Eflak çeşitli siyasi faaliyetler neticesinde Romanya adı altında birleştirildi. Daha sonra Cuza prenslikten ayrıldı. Yerine Alman hanedanına mensup Prens Karol seçildi. Prens Karol, 10 Mayıs 1866’da Romanya’nın başşehri Bükreş’e girdi. 1877 Osmanlı-Rus harbinde Romanya, Ruslardan istiklali için te’minat alarak savaşa girdi, önce Ayestefanos ve sonra da 1878’de yapılan Berlin Andlaşması ile Romanya’nın istiklali tanındı. 1881’de ise krallık haline geldi.
Boğdan, divanın tayin ettiği ve voyvoda denen prensler tarafından yönetilirdi. Prens, salahiyetlerini padişahtan alır ve diğer beylerbeyi gibi bölgeyi padişah namına yönetirdi. Padişahın bir yaveri Boğdan’ın merkezi Suçava’ya gelip yeni voyvodayı tahta oturtur, sırtına hil’at, başına da kızıl börk giydirip kılıç kuşatırdı. Daha sonra oradaki bütün Boyarlara ve büyük rahiplere sultanın tayin beratını okurdu. Eğer voyvoda düzene aykırı hareket ederse, azledilir, idam edilir veya sürülürdü. Suç çok ağırsa, Osmanlı ordusu ülkeye girer ve suçluları cezalandırırdı. Voyvodaların hassa askerlerinin, ortodoks mezhebinden hıristiyan ve Arnavut olması şart idi. Ayrıca prenslerin hassa bölüğü mahiyetinde yüz kişilik yeniçeri birlikleri ile Türk mehterhaneleri vardı. Bunlar, İstanbul’dan gönderilirdi. Voyvodaların saray hayatını dikkatle takib edip, şifreli mektuplarla Tuna üzerindeki sancakbeyleri vasıtasıyla divana bildirilen yirmi dört tane emir subayı vardı. Bunların on ikisi İstanbul’lu, on ikisi Kırım Türk subaylarından seçilirdi. Başlarında divan efendisi isminde yüksek rütbeli bir me’mur bulunurdu. Her divan efendisi değişince, İstanbul tarafından verilen şifre de değiştirilirdi. Boğdan’a Türklerin yerleşmeleri yasaktı. Tüccar olarak bölgede çok sayıda Türk vardı. Fakat toprak edinemezlerdi.
Divan, daha önce voyvodalık etmiş ailelerden birini voyvoda seçerdi. Voyvoda, azli gerekmezse, ilk zamanları hayatının sonuna kadar bu vazifede kalırdı. Daha sonra Fener Rum Beyleri zamanında voyvodalık üç seneye indirildi. Protokolde Boğdan beyi, Eflak beyinden önce gelirdi. Boğdan voyvodası beyaz tüylü yeniçeri üniforması giyerdi. Voyvoda tayin edilen prenslerin çoğu Türkçe bilirdi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Âşıkpaşazade Tarihi; sh. 144
2) Tarih-i Cevdet
3) Tarihi Peçevi
4) Tarih-i Naima
5) Solakzade Tarihi
6) Necati Bey Divanı
7) Tac-üt-tevarih; cild-3, sh. 63, 153, 239, 253
8) Osmanlı Tarihi (Uzunçarşılı); cild-1, sh. 216, cild-2, sh. 77, 181, 342, 409
9) Büyük Türkiye Tarihi; cild-3, sh.10, 96, cild-13, sh. 99
Kaynak: Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi