İlk yerleşmeler
Babil ülkesinde insan topluluklarının yerleşmesi çok eskiye uzanır. Eski çağlarda buradaki ılıman iklim koşulları ve bereketli topraklar insanları çekmiştir. Bölgenin kuzeyinde yer alan Anadolu'da ve doğusundaki İran'da ise daha sert iklim koşulları vardı. Üstelik Anadolu ve İran'daki yüksek yerlere doğru topraklar çoraklaşıyor ve işlenmesi zorlaşıyordu. Bu iki bölgenin güneyinin de çöl olduğu düşünülünce, Babil ve Asur topraklarının insanların yerleşmesi için neden çok elverişli yerler olduğu daha iyi anlaşılır.Babil bölgesinin kuzey kesimlerine günümüzden en az 6. 000 yıl önce insanların yerleştiği bilinmektedir. Arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan buluntular bize, bu insanların küçük köylerde yaşadıklarını, tarım, hayvancılık, avcılık ve balıkçılık yaptıklarını göstermektedir. Bu eski Babilliler, kilden yapılmış kap kacaklar, taş ve kemikten yapılmış araç gereçler kullanıyorlardı. O çağlarda bölgenin coğrafi yapısı da farklıydı. Basra Körfezi, bugünkü konumuna göre 240 km daha içerideydi. Kuzeyde kurulan ilk yerleşim bölgelerinin hemen güneyi Basra Körfezi'nin suları altındaydı. Ama Fırat ve Dicle ırmakları, sürükledikleri topraklara körfezi sürekli dolduruyor ve bataklık da olsa yeni alanlar oluşuyordu. Bu topraklar çok bereketli olduğu için de hemen yeni yerleşim yerleri kuruluyordu. Böylece Babil, değişik bölgelerden farklı kabilelerin yerleştiği topraklar haline geldi.
Uygarlığın yükselişi
Babil ve Asur uygarlıklarına başlıca üç halk katkıda bulundu. Bunların en eskisi, Fırat ile Dicle ırmakları ağızları çevresinde yaşayan Sümerlerdi. Ama Sümerlerin kim oldukları ve Mezopotamya’da ne zaman ortaya çıktıkları bilinmemektedir.Mezopotamya'da ileri bir uygarlık kuran Sümerler, İÖ 3000'de Babil'in güneyini egemenliği altında tutuyorlardı. En ünlü Sümer kentleri Ur, Uruk, Lagaş ve Eridu'ydu. Sümerlerin en önemli buluşlarından biri, sözcükleri işaretlerle gösteren bir yazı sistemi geliştirmiş olmalarıdır.
İÖ 2300 yıllarında, Sümerlerin topraklarını Akadlar ele geçirdiler ve Doğu Akdeniz'e kadar uzanan bir imparatorluk kurdular. Sonraları İran'dan gelen Persler Akadları yenilgiye uğratarak, pek çok Babil kentini yağmaladılar. Daha sonra Persler bölgeden çekildiler ve bu kez bölgeye Sümer kenti Ur egemen oldu. Bu egemenliği Dicle Irmağı'nın ötesinden gelen Elam orduları sona erdirdi. Bunun sonucunda, Mezopotamya'da üç kent devleti ortaya çıktı. Bunlar kuruluş sırasına göre İsin, Larsa, ve Babil’di. Bu kent devletleri, adını taşıdıkları kenti ve çevresindeki toprakları denetim altında tutuyorlardı.
Hammurabi dönemi
Hammurabi, Babil küçük bir kent devletiyken tahta çıktı. Elamlıların egemenliğine son verdi ve Babil devletini bir imparatorluğa dönüştürdü. İÖ 1770’lerde egemenliğini Anadolu ve İran içlerine kadar yaydı. Kendi adıyla biline bir dizi yasa çıkardı. Bu yasaların kazılı olduğu taş, Babil’in koruyucu tanrısı Marduk’un adına yapılan tapınakta duruyordu. Günümüzde Paris'teki Louvre Müzesi'ndedir. Hammurabi Yasaları’nın temelini, Sümer kent devletlerinin yüzyıllardır uyguladığı yasalar oluşturuyordu. Bu yasalar, Hammurabi’nin hükümdarlığının son yıllarındaki 282 davayla ilgili kararları kapsar. Kararlar, evlenme, boşanma, ticaret, ceza gibi konulardaki hükümleri içerir.Asur İmparatorluğu'nun yükselişi
>Asurlar, Sami halklarındandı ve Mezopotamya'nın kuzeyinde yaşıyorlardı. Asur ülkesinin merkezi olan Asur kenti, İÖ 2000'den önce genellikle Babil krallarının denetimindeki güçsüz krallarca yönetiliyordu. Bu tarihten sonra Asur kralları güçlü bir ordu kurdular ve Babil ülkesinin bazı topraklarını da ele geçirdiler.İlk Asur kralları üzerine fazla bilgi yoktur. Hakkında bilgi bulunan ilk kral, İÖ 1280’lerde egemen olan I. Şalmanezer'dir. Onun döneminde Asur İmparatorluğu’nun güçlü bir devlet olduğu anlaşılmaktadır. İÖ 1120 dolaylarında tahta çıkan I. Tiglat-pileser, Asur topraklarını Babil'den Akdeniz'e kadar genişletti ve Fenike denizcilerini vergiye bağladı. Büyük tapınaklar, saraylar ve geniş bahçeler yaptırdı.
İÖ 883-859 arasında hüküm süren II. Asurnasirpal, I. Tiglat-pileser’in ölümünden sonra Asurluların yitirmiş olduğu toprakları geri aldı. II. Asurnasirpal’in fetihlerini anlatan belgeler, onun acımasızlığını dile getiren öykülerle doludur. Bir çöküş döneminden sonra Asur tahtına çıkan birkaç kralın en büyüğü III. Tiglat-pileser’di. İÖ 745-727 arasında hüküm süren bu kral, Suriye’deki Şam kentini Asur topraklarına kattı. Asur ordusunda bir general olan II Sargon (Şarrukin), İÖ 722’de tahtı güç kullanarak ele geçirdi ve İsrail'i işgal etti. Sargon'un oğlu Sinahheriba ise İÖ 704-681 arasında hüküm sürdü. Yahuda Krallığı'ndaki Kudüs'ü talan etti ve Asur yönetimine karşı gelen Babil kentini yaktırdı.
Asurahiddina'nın (Asarhaddon) krallık döneminde (İÖ 680-669) Asurullar, Mısır’ı ele geçirdiler ve imparatorluğu en geniş sınırlarına ulaştırdılar. Ama bundan kısa süre sonra imparatorluk çöküş sürecine girdi. İmparatorluk sınırlarındaki halklar merkezi yönetime karşı başkaldırdılar. İÖ 614'te Medler Asur topraklarını ele geçirdiler ve Babil'e yerleşmiş olan Kaldelilerle ittifak kurarak, Asur başkenti Ninova'yı yerle bir ettiler. Bu korkunç yıkım Ninova’yı tarihten sildi ve günümüze kadar kentin izine bile rastlanmadı. Asur İmparatorluğu da Ninova ile birlikte tarihin derinliklerine gömüldü.
Yeni Babil imparatorluğu
Asur İmparatorluğu'nun yıkılışından sonra, Babil yeniden güç kazandı. Kentin yönetici sınıfı Kaldelilerden oluşuyordu. Kaldeliler, Mezopotamya'nın çok eski halkıydı ve Sümer kenti Ur çevresinde yaşıyorlardı. Bir Kaldeli olan II. Nabukadnezar (yönetim dönemi İÖ 605-562), Yeni Babil ya da Kalde İmparatorluğu’nu güçlü bir devlet durumuna getirdi. Babil'i, görkemli tapınaklar, saraylar, surlar ve kapılarla donattı. İÖ 586'da Kudüs'ü ve Yahuda Krallığı'nı yağmalayıp, tutsak aldığı Yahudileri Babil'e yerleştirdi.Kalde İmparatorluğu, Fırat Irmağı'ndan Mısır'a, Ermenistan'dan Arabistan'a uzanıyordu. Bu dönemde, sanatlar, ticaret ve sanayi çok gelişmişti. Ne var ki bu parlak dönem çok uzun sürmedi. Nabukadnezar’ın ölümünden sonra imparatorluk çöküş sürecine girdi.
Çöküş ve yıkılış
Pers İmparatorluğu'nun kurucusu Büyük Kiros (Kurus), İÖ 539'da Babil ülkesini ele geçirdi. Buna karşın Babil, uzun süre kültürel kimliğini korudu. Büyük İskender, Pers İmparatorluğu'nu ele geçirdiğinde bile Babil hala görkemli bir kentti. Büyük İskender İÖ 323’te bu kentte, Nabukadnezar’ın sarayında öldü. İskender'den sonra bölgeye egemen olan Selevkoslar döneminde Babil bir süre daha önemini korudu. Ama Selevkoslar İÖ 311'de Babil kentinin kuzeyinde Seleukeia adında bir başkent kurup Babil'de oturanları buraya yerleştirdiler. Babil de zamanla tarihten silindi. Ama Babil uygarlığının izleri varlığını korudu. Örneğin, çiviyazısı Hıristiyanlık'ın başlangıcına kadar kullanıldı.Sanat ve mimarlık
Babil ile Asur sanat ve mimarlığında Sümerlerin izleri görülür. Onlar da Sümerler gibi tapınaklarını ve saraylarını pişmiş kil tuğlalarla yaptılar. Kentlerin merkezine yerel tanrılar adına tapınaklar diktiler. Tapınaklar, merdivenler ya da eğimli yollarla çıkılan geniş bir platform üzerinde yükseliyordu. Babilliler, bu tapınaklardan başka, basamaklı piramit biçiminde yükselen tapınaklar inşa ettiler. Ziggurat adı verilen bu yapıların tepesinde, genellikle mavi sırlı çinilerle kaplanmış küçük bir tapınak bulunurdu. Kutsal Kitap'ta öyküsü anlatılan Babil Kulesi'nin de bir ziggurat olduğu sanılmaktadır.Mimari açıdan önemli yerlerden biri, Asur başkenti Ninova’ydı. II. Sargon'un Ninova yakınlarında yaptırdığı görkemli sarayının bine yakın odası olduğu bilinmektedir. Sarayın hemen yanı başında dev bir ziggurat yükseliyordu. Sinahheriba, Ninova'da üç büyük saray yaptırmıştı.
Asurlular ve Babilliler yapıları farklı biçimde süslüyorlardı. Babilliler duvarları renkli sırlı tuğlalarla kaplıyorlardı. Asurlular kalın ve yassı kireçtaşı ya da kaymaktaşıyla ördükleri duvarlara savaşları, avcılığı, din ya da saray yaşamını konu alan sahneler oyuyorlardı. Bu kabartma resimlerin çoğunda kral, sakalı ve kıvırcık saçlıdır. Çevresindeki öbür insanlar ise birbirine benzer. Av sahneleri çok canlı biçimde tasvir edilmiştir.
Asur tapınaklarının ve saraylarının kapılarını, insan başlı aslan ya da boğa heykelleri koruyordu. Kentler, planlı biçimde kurulmuştu ve geniş caddeleri vardı. Su gereksinimi, büyük su kanallarıyla karşılanıyordu.
Din
Babilliler, birden çok tanrıya tapıyorlar ve bu tanrılara ilişkin kuşaklar boyu anlatılan efsanelere inanıyorlardı. Bu efsanelerin çoğu Sümer kaynaklıydı. Evrenin ve insanların yaratılışını konu alan Sümer efsaneleri arasında Adem ile Havva öyküsüne benzer bir öykü de vardır. Kral Gılgamış’ın serüvenlerini anlatan Gılgamış Destanı da bu döneme ilişkin efsanelere dayanır.Sümer tanrılarının en büyüğü, Uruk kentinin tanrısı Anu, Babillilerin en büyük tanrısı ise Babil kentinin tanrısı Marduk idi. Marduk’un yeri, göğü ve insanoğlunu yarattığına inanılıyordu. Babil’in baştanrıçası İştar ise bereket tanrıçasıydı. Onun oğlu Tammuz ise bitkilerin tanrısıydı (Türkçe’deki temmuz ayının adının da buradan geldiği sanılır). Asurlular da büyük ölçüde Sümerlerin ve Babillilerin dinleriyle tanrılarını paylaşıyorlardı. Ama, en büyük tanrıları, adını imparatorluğun başkentine verdikleri Asur'du. İştar aynı zamanda Asurluların da baş tanrıçasıydı.
Yazı ve bilim
Çiviyazısı da denen Sümer yazısı en eski yazıdır. Bu yazı kil tabletler üzerine yazılıyor, sonra bu tabletler pişiriliyordu. Arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan bu tür tabletlerin bazıları 5. 000 yıl öncesine aittir. Çiviyazısında, kavramları belirtmek için köşeli simgeler kullanılırdı. Bulunan tabletlerin üzerindeki yazılar din, matematik, yasalar, bilim ve başka konulara ilişkindir. Asurluların, tarihlerindeki büyük olayları kayda geçiren ilk halk olduğunu söylenebilir. Şiirler ve dini şarkılar da yazan Asurlular, yazdıkları tabletleri büyük kitaplıklarda saklıyorlardı. Asurbanipal'in Ninova'da bulunan "tablet evi"nde, değişik konuları içeren 25 binden fazla çiviyazısı tableti vardı.Kaldeliler, yıldızların ve gezegenlerin hareketlerinden geleceğin bilinebileceğine inanıyorlardı. Bu amaçla gökyüzünü incelerken astronominin de temellerini attılar. Ekvatoru 360 dereceye bölmeyi ve yıldızların haritasını çıkarmayı da ilk kez Kaldeliler başardı. Geliştirdikleri ağırlık ve ölçü sistemini daha sonra Yunanlılar ve Romalılar da kullandı.