Arkeometri kelimesi arkeoloji ve metric (Grekçe meitron kelimesinden “ölçme işlemi” bir ölçüm) kelimelerinin birleşiminden meydana gelmiştir ve arkeolojik buluntuların değerlendirilmesinde kullanılan ölçüm veya sistemler anlamına gelmektedir.
Bu kelimenin ikinci kısmının arkaik olarak gösterilen anlamı arkeologlarla fizik ve tabii bilimciler arasında ortak bir yüzey temin etme konusunda arkeometrinin rolü ile anlam kazanmıştır. Çok kısa olarak arkeometri, arkeolojik verilerin fiziksel ve kimyasal metodlarla, matematiksel modelleme, istatistiksel analiz ve bilgi edinme teknikleri ile değerlendirilmesi şeklinde açıklanabilir.
Arkeometri’yi çeşitli disiplinlerin Arkeoloji’de ortak çalışması diye özetleyebiliriz. Bu disiplinlere Antropoloji, Zooloji, Botanik, Biyoloji, Biyokimya, Keramoloji, Metalurji, Malzeme Bilimi, Yerbilimleri, Fizik, Kimya, Matematik, İstatistik, Bilgisayar Bilimleri ve çeşitli tarihleme metodları örnek olarak sayılabilir. Eskiden Arkeometri denince sadece arkeolojik seramik üzerine yapılan çalışmalar kasdedilirdi.
Arkeolojide oluşan somut bir soru üzerine, bu sayılan displinlerden biri veya birkaçı arkeolojiyle ortak çalışmalar yapabilmektedir.
Arkeolojik çalışmaların başlangıcı çok eski zamanlara dayanmaktadır. Bununla birlikte bu bahsedilen disiplinlerin kullanımı ve uygulanması ortalama olarak son 50 yıldır büyük bir gelişme göstermiştir.
Arkeoloji sosyal bir bilimdir. Ancak arkeolojik araştırmalarda kullanılan bazı verilerin elde edilmesi ve incelenmesi için çeşitli fenni bilimlere başvurulmaktadır. Örneğin metal buluntulardan alınan örneklerin elektron mikroskobuyla incelenerek yapım tekniklerinin araştırılması, seramiklerin kesitlerinin alınıp kullanılan kilin yatağının belirlenmesi, seramik kaplardaki mikroskobik miktardaki yemek artıklarının analiz edilip tanımlanması arkeometri bilminin işidir.
Organik veya inorganik materiyalleri Radyakarbon(C-14), Dendrokronoloji, Elektron Spin Rezonans(ESR), Termolüminesans(TL) ve OSL gibi arkeometrinin en önemli uygulamaları arasında sayılabilecek yöntemlerle tarihlendirmek mümkündür.
Arkeolojik bulguların tarihlendirilmesinde kullanılan bazı yöntemler:
Potasyum Argon Metodu (KA): Radyoaktif olan bir maddenin (potasyumun) radyoaktif olmayan Argon40 gazına dönüşmesi olayıdır. Özellikle jeolojik tabakalar içinde bulunan fosil kalıntılarına uygulanır. 100.000 yılı aşkın volkanik kayalara da uygulanmaktadır.
Radyokarbon Metodu (C-14): 1955’ te Amerika’da Chicago Üniversitesi’nde W. Libby ve arkadaşları bu metodu uygulamışlardır. Bu tarihten itibaren en geçerli, en yaygın trihlendirme metodudur. Özellikle tarih öncesi arkeolojide kullanılır.
Tüm organik maddelerde bulunan radyoaktif karbonun, bunların canlılıklarını kaybetmelerinden sonra belirli bir tempoda azaldığı gözlenmiştir. Bu oran bilindiğinden, bulunan organik maddenin yaşı, bu gözönünde tutularak bulunur. Ölçülere göre yaklaşık olarak organik maddelerin ömürlerinin yarısı boyunca yılda 5568 karbon kaybettikleri anlaşılmıştır.
Bu temel üzerine hesaplar yapılmaktadır. Fakat 5568’in sonradan 5730 (yarı ömür) olduğu saptanmış, yine de eskiden vazgeçilmemiştir. Sakıncalı yanı tam doğru netice vermemesidir. Nedeni de atmosferin her zaman aynı miktarda karbon ihtiva etmemesidir.
Dendrokronoloji: Amerikalı A.E. Douglass tarafından bulunan, ağaç gövdelerinin enine kesitinde görülen yıllık halka tabakalarının incelenmesine dayanan tarihlendirme yöntemidir.
Ağaçlar her yıl gövdesinde yeni bir halka oluşturur. Bu halka bol yağışlı yıllarda kalın, az yağışlı yıllarda ince olur. Douglass eski evlerde kullanılan ağaçlardan özel bir teknikle kesit alarak, üzerlerindeki halkaları sayıp yaoıların tarihini saptamayı başarmıştır.
Termolüminesans Metodu: Taş, keramik, cam gibi kristal yapıya sahip maddelerin içindeki enerji birikimleri ısıtıldıkları zaman, bu enerji birikimleri ışık olarak çıkar.
İncelenecek madde önce ışınlarla bombardıman edilir, 100 santigraddan itibaren ısıtılır. Bunu takiben radyasyaon verilir. Elde edilen keolojik doz yıllık doza bölünerek maddenin yaşı tesbit edilir.
Obsidien aletlere uygulanan hidrasyon hızına göre yaş tayini, pişmiş toprakların mıknatıslanma derecesinin ölçülmesi, fosilleşmiş kemiklerin flüor bakımından incelenmesi, flora gelişmesinin incelenmesiyle bazı arkeolojik çevrelerin tarihlerini tesbit etmeye yarayan palinoloji ya da polen analizi de (polenlerin bulunduğu tabakadan iklim anlaşılır) yine arkeolojik tarihlendirmelerde yararlanılacak yöntemlerdir. Ayrıca mimaride de bazı özellikler kronolojik bir gelişim göstererek tarihlendirmede ipucu verirler.
AYASOFYA MÜZESİ DÖŞEME TAŞLARI VE HARÇLARININ XRD İLE ANALİZLERİ
Özet Dünyanın en ünlü ve eski eserlerinden biri olan Ayasofya Müzesi’nin inşaasında döşeme taşlarını tutturmada kullanılan bazı harç ve döşeme taşları X-ışını kırınım yöntemiyle incelendi. Ayrıca ince kesitleri alınarak mikroskopla petrografik tanımlamaları yapıldı. Harçların Bizans ve Osmanlı dönemine ait olup kireç, kum ve kil karışımından hazırlandığı anlaşıldı. Döşeme taşı ve mihrap kaplamada kullanılan iki değişik taş ve medrese kısmının altında kazı sonucu bulunan bir taşın da kimyasal bileşimi aynı yöntemle aydınlatıldı.
Giriş Bizans İmparatorluğu’nun en ünlü eserlerinden olan Ayasofya, esas binası 70.9*74.8 boyutlarındadır ve tuğladan yapılmıştır. Dha sonra birçok ortodoks mimarlar benzerini yapmak istemişlerse de başaramamışlardır. Bina ağırlığı 107 sütun tarafından taşınmaktadır. Bunların bir kısmı koyu vişne renginde Mısır porfirindendir. Diğerleri ise yeşil somaki mermerindendir ve Efes antik kentinden getirilmiştir.
Döşeme, Marmara Adası mermerleriyle kaplanmıştır. Duvarlar, kemerlerin başlangıcına kadar yeşil Thesselia; pembe damarlı Phriygia, açık yeşil damarlı Karytos, fildişi renkli Kappadokia mermerleriyle kaplanmış ve bunlar arasına koyu vişne renkli Mısır porfiri yerleştirilmiştir.
Bu çalışmada değişik yerlerden alınan harçlar ve kaplama taşlarının XRD ile analizleri yapılarak mineral bileşimleri ve petrografik tanımları yapıldı.
Materyal ve Metod Harç örnekleri, bulundukları yerden koparılarak alınmış, döşeme taşı örnekleri ise bulundukları yerdeki kırılmış parçalardan toplanmıştır. Örneklerin özellikleri ve devirleri aşağıdaki çizelgede verilmektedir.
Ayasofya Harç ve Taş Örneklerinin Özellikleri
Bulgular ve Tartışma Analizi yapılan dört harç örneğinin sonuçları aşağıda verilmektedir.
Harçların XRD Analiz Sonuçları
Günümüzde duvar harcı olarak kireç, kum ve çimento karışımı ve mermer kaplama harcı olarak çimento ve kum kullanılmaktadır. Ayasofya’da harç olarak kullanılan malzemenin ana bileşenleri de kireçtaşı (kalsit)’dir.
A2, A3 ve A4’ün Bizans dönemine ait olduğu bilinmektedir. A2 ile aynı bileşime sahip A1 harcının da muhtemelen Bizans dönemine ait olması veya Osmanlı döneminde de aynı ocağın kullanılmış olması sonucunu göstermektedir. A2 ve A3 harçları kireç taşına kum ilave edilerek hazırlanmış olabilir. Döşeme ve duvar kaplamasında kullanılan üç tür taşın XRD analizleri aşağıda verilmektedir. Genellikle bu amaçla mermer en yaygın kullanılan taştır.
Kaplama Amaçlı Kullanılan Taşların XRD Analiz Sonuçları
Mermerin ana bileşimi kalsiyum karbonattır. Her üç taş da mermer değildir. Döşemede kullanılan (A3) Korkuteli’ndebulunan bir tür sert parlak taştır. A6 no’lu örnek ise ahmeri atik veya porfido rosso antico isimli Mısır’ın Duham Dağı’nda ocakları bulunan kırmızı porfirdir ve volkanik bir kayadır. Kırmızı renk içeriği demir oksitten kaynaklanmaktadır. A7 no’lu örnek, kalsedon bileşimindedir. İnce kesit çalışması, paralel sönmeli lifler halinde izlenen mikrokristalen kuvars kristallerinden oluştuğunu göstermektedir.
Bu sonuçlar da göstermektedir ki, Ayasofya’nın inşaasında masraflardan kaçınılmamış ve Bizans topraklarının her tarafından süsleme amaçlı değişik taşlar kullanılmıştır. Sonuç olarak, XRD analizleri bize Ayasofya’nın inşasında kullanılan harç ve döşeme taşlarının yapısını aydınlatmada oldukça yararlı sonuçlar vermektedir. Bu analiz sonuçları, ince kesit incelemeleri ile oldukça uyum göstermiştir. Harç imalinde iki ayrı ocağın kirecinin kullanıldığını, kaplamada da mermerle birlikte ender bulunan değişik taşların da kullanıldığı anlaşılmaktadır. KURŞUN İZOTOP ANALİZLERİYLE BAZI BULUNTULARIN KAYNAKLARININ BELİRLENMESİ
Giriş Arkeolojik örneklerin üretiminde kullanılan hammaddelerin kaynak belirleme çalışmaları arkeolojik açıdan önemlidir ve elde edilen bilgiler eski kültürlerarası ilişkiler ve ticaret yollarını belirleme amacıyla kullanılmaktadır.
Arkeolojik açıdan Yukarı Fırat havzası Türkiya’nin önemli bölgelerinden biridir. Bu bölgede yerli ve yabancı arkeologlar kazı yapmışlardır ve değerli buluntular bölgedeki müzelerde sergilenmektedir. Yukarı Fırat havzasında Neolitik Çağ’dan beri değişik kültürler yaşamıştır. Ancak bu bölgede kullanılan hammeddelerin kaynağı hakkında bu güne kadar kayda değer bir yayın bulunmamaktadır.
Bronz buluntularının yapımunda kullanılan metal ve filizlerin kaynaklarının belirlenmesi için uygun bir bilimsel yöntem bulunmamaktadır. Eser elementlerden yararlanma değişik araştırıcılar tarafından denenmektedir. Diğer bir yöntem ise kurşun izotop oranlarından yararlanmadır. Bronz buluntular ve bunların üretiminde kullanılan bakır filizlerindeki kurşunun izotopik bileşimi fiziksel ve metalurjik işlemlerde değişmeden kaldığı varsayımlanmaktadır.
Öte yandan maden yatağının içerdiği elementlerin izotopik yapısı gözönüne alındığında yatağın her yanında aşağı yukarı aynı olmalı fakat yataktan yatağa değişmelidir. Ayrıca üretim sürecinde değişmeden kalabilmelidir.
Arkeolojik eserlerin kurşun izotop analizleri hangi bölgeye düşerse eserin kaynağı o bölge maden yatağına ait olduğu kesinlik kazanır.
Materyal ve Yöntem Bu çalışmada kullanılan arkeolojik buluntular ile filiz örnekleri Yukarı Fırat havzasında çeşitli yerlerden, bir kısmı doğrudan kazı sorumlusundan, bir kısmı da bakanlık izniyle müze müdürlüklerinden temin edildi. Arkeolojik buluntuların uygun kimyasal analiz yöntemleri ile ana ve eser elementleri belirlendi. Yaklaşık 50 mg.lık örneklerdeki kurşun önce iyon değiştirici reçineli kolonlarda ayrıldıktan ve anodik alaktroliz yöntemi ile yeterince saflaştırıldıktan sonra çeşitli kurşun izotop oranları termal iyonlaşmalı kütle spektrometresi ile analizlenerek hesaplandı.
Sonuçlar Eserler, Geç Kalkolitik-Urartu dönemlerini kapsamaktadır. Bu araştırmanın sonucunda buluntuların çoğunun Maden, Yapraklı, Amasya-Tokat, Siirt bakır maden yataklarına ait olduğu tesbit edilmiştir.
Türkiye Bakır Madeni Yatakları
BAZI FOSİL KEMİKLERİNİN KİMYASAL ANALİZİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ
Arkeolojik kemikler toprak altında uzun süre kaldıkları için kimyasal değişmelere uğrarlar ve fosil kemik adını alırlar. Değişmeler çeşitli şekillerde olmaktadır. Kemiğin organik kısımları bozunur, aminoasitlerine ayrınarak çözünür, dolayısıyla azot içeriği zaman geçtikçe azalır. Kemik yapısındaki OH grupları yerine kısmen flor geçerek zamanla flor miktarı artar. Genelde yüksek flor içeriği kemiğin yaşlılığı hakkında bir işarettir.
Fosil kemikteki azot ve flor miktarının bulunması kemiğin yaşı hakkında bilgi verebilir. Ancak kimyasal değişme çevre koşullarına bağlı olduğundan ancak göreli bir yaş belirlenmesi mümkündür.
Fosilleşme süresindeki diğer bir değişme demir oksit ve kalsiyum karbonat gibi bazı maddelerin kemik yapısındaki toplanmasıdır.
Ayrıca kemik yapısındaki eser element miktarları da değişebilir. Ancak stronsiyum ve çinko gibi bazı eser elementler toprak altında önemli bir değişmeye uğramamaktadır.
Stronsiyumun yüksek oluşu gıda rejiminin bitkisel ,çinkonun yüksek oluşu ise hayvansal olduğunu gösterir. Böylece incelenen bireylerin etçil ve otçul olarak sınıflandırılmaları mümkün olmaktadır.
Arkometri
Arkeometri, arkeolojide çeşitli fen ve doğa bilim dallarının matematiksel ölçüm ve analiz yöntemlerinin uygulanması ve kullanılması olarak tanımlanabilir. Bu bilim alanında günümüzde yapılan arkeolojik araştırmaların kültür tarihi açısından, elden geldiğince eksiksiz olarak değerlendirilebilmeleri için, fen ve doğa bilimlerinin çeşitli dallarından birlikte yararlanılır. Aslında arkeometrinin başlangıcının 19.yy’ın başlarına kadar geriye gittiği söylenebilir. 1800’de ilk kez M.H. KLAPROTH (1743-1817) Berlin Bilim Akademisinde sikkeler, camlar ve Ortaçağ heykelleri üzerinde gerçekleştirdiği bazı kimyasal analizlerin sonuçları hakkında bir bildiri verir. (J.Riederer 1982) 19.yy’ın sonlarına doğru ve yüzyılımız başlarında gerek Avrupa’da Üst Paleolitik Devir mağara duvar resimlerinin bulunuşu, Önasya’da, Anadolu’da başlayan ve yoğunluk kazanan arkeolojik kazılarda ele geçen çeşitli buluntular, metal, keramik, cam, duvar resimlerinin boyaları gibi organik malzemeden yapılan araç ve gerecin kimyasal analizleri büyük ölçüde artmaya başlar. Troya kazıları, Ur Kral Mezarları’nın keşfi, Mısır’da özellikle Flinders Petrie’nin Negade kültürüne ait buluntuları, bu analizlerin daha yoğun bir biçimde yapılmasını sağlar. Böylece Kalaproth’un analizlerini, F. Rathgen, C.H Besch, J.R Partington, H.H Coghlan ve daha birçoklarının araştırmaları izler ve bunlar gitgide daha büyük bir ilgi ile karşılanır. 1878’de Baron De Geer İsveç’de göl ve bataklık tortul kültelerindeki yıllık ömürlü bitki kalıntılarını inceleyerek, bunların içinde bulunduğu balçık katmanlarının sayımına dayanan, “Varv analizleri” olarak adlandırılan bir mutlak tarihlendirme yöntemi geliştirir. Böylece günümüzden yaklaşık 9 bin yıl öncesine kadar giden mutlak bir yaş tayini yapma imkanı doğar. 1920’lerde Yugoslav matematikçi ve astronomlarından Milutin Milankovitz ise, güneş sistemindeki lekelerin dünyada iklim değişmelerine neden olduğu varsayımından hareket eder; bu değişimlerin matematiksel olarak hesaplanması Buzul Çağlarının 600.000 yıl kadar geriye tarihlendirilebileceğini ortaya koyar.1901’de bulunan, fakat arkeoloji alanında 1929’da ilk olarak uygulanan bir diğer yöntem ise “dendrokronoloji”dir. Uzun ömürlü ağaçların yatay kesitlerindeki halkların oluşumları ve bunların sayılmaları ile, ağacın kesildiği zamandaki yaşının mutlak olarak bulunabileceği anlaşılır. Buzul Devirlerinde yaşamış olan hayvanların türlerinin tesbiti, hem iklimsel, hem de paleocoğrafya açısından, yaş tayinleri için kullanılmaya başlar. Gene 1916’da İsveç’li botanikçi Lonnar von Post’un ilk olarak geliştirdiği “polinoloji” (çiçek tozlarının analizleri) yöntemi, gerek Buzul Çağlarının gerekse Postpleistosendeki bitki örtüsü, iklim değişmeleri ve tarihlendirme için kullanılır. 2.Dünya Savaşına kadar arkeolojik buluntuların değerlendirilmesi için, gerek çeşitli kimyasal ve fiziksel yöntemlerle yapılan malzeme analizleri, gerekse mutlak tarihlendirmeler için daha birçok yöntemlerin geliştirildikleri görülür. Ancak arkeolojiye dönük bu araştırmaların “ARKEOMETRİ” adı altında yeni bir boyut kazanması ve bugünkü konumuna kavuşması 1950-60 yılları arasına rastlar. Libby (1955) ve arkadaşlarının, yaşamları sona ermiş organik maddelerin içinde bulunan radyoaktif karbon 14’ün ölçülmesi ile (C-14) arkeolojiye yeni bir mutlak tarihlendirme yöntemini armağan etmeleri bir anlamda gerçek arkeometrinin başlangıcı olarak kabul edilebilir. Bilindiği gibi, eskisinden farklı olarak bugün artık arkeolojik araştırmalar geçmiş uygarlıkları, tarihsel gelişimleri içinde, mümkün olduğunca eksiksiz bir şekilde değerlendirebilmeyi, amaçlamaktadır. Bu yüzden eski bir kültürün hakkıyla anlaşılabilmesi, tanımlanabilmesi için, o kültürü meydan getiren insanların, o günkü doğal çevrelerinin, içinde yaşadıkları biyolojik ortamı oluşturan hayvan ve bitki topluluklarının (yani ekolojilerinin), insan, hayvan, bitki ilişkilerinin, ellerindeki kaynaklardan yararlanma biçim ve derecelerine bağlı olarak ekonomilerinin, teknolojilerinin, sosyal, politik, sanatsal düzeylerinin aydınlatılması gerekmektedir. Gene aynı bağlam içinde, o kültürleri oluşturan insan topluluklarının içinde yaşadıkları devrin mutlak tarihlendirilmelerinin yapılmasına, gerek çağdaşları olan, diğer kültürleri, ya da uygarlıkları meydana getiren topluluklarla, gerekse doğal ve biyolojik çevreleri ile olan ilişki ve karşılıklı etkileşimlerinin tümüyle açıklığa kavuşturulmasına çalışılmaktadır.
ARKEOMETRİNİN UYGULAMA ALANLARI VE YÖNTEMLERİ
A. Arkeolojik toprak altı ve üstü kalıntıların, ören yerlerinin saptanmasında: 1. Optik yöntemler (Prospection-Önceden görme-yöntemleri) Hava fotoğrafı arkeolojisi Fotogrametri 2. Jeofiziksel / fiziksel yöntemler Rezistivite Elektrik sondası vb yöntemlerden yararlanılmaktadır. B. Arkeolojide çeşitli kalıntıların yaş tayinleri ile mutlak tarihlendirmelerde. 1. Radyoaktif yöntemler a. Radyoaktif parçalanmadan kaynaklananlar. C-14 (radyokarbon) K40 – Ar40 (potasyum-Argon) U-238 (Uranium 238) U-235 (Uranium 235) Th-232 (Thorium 232) Fizyon izleri sayımı v.b gibi b. radyasyon etkisiyle enerji birikiminden kaynaklananlar. TL (Termoluminesans) ESR (Elektron Spin Rezonans) 2. Radyoaktif olmayan yöntemler Jeofiziksel / manyetik alan değişimlerine dayananlar: paleo/arkeomanyetizma Rasemizasyon (kemiklerde amino-asid değişimi) Uranium / Florin (U ve F miktarının ölçümüne dayananlar) Obsidiyen Hidrasyonu (hidrasyon tabakasının ölçümü) Cam yüzeyi tabakaları (cam yüzeyin değişiminden oluşan tabakaların ölçümü) Varv analizi (balçık tabakaları sayımı / ritmik doğa olaylarından kaynaklananlar) Dendrokronoloji (ağaç halkaları sayımı / ritmik doğa olaylarına bağladı; C-14 için denetleyici ve düzeltici tarihlendirme yöntemi) Polinoloji (pollen analizi, pollen spektrumlarının belirleyici özelliği) Hayvan kemiği analizleri (hayvan kronolojisi) gibi yöntemler çoğunlukla uygulanmaktadır. C. Arkeolojik kalıntılarda ham maddelerin saptanması / Kaynak analizleri. Hammaddelerin tesbiti ile teknolojik düzey, ticaret, kültürel ilişkilerin aydınlatılmasında yararlanıldığı gibi, dolaylı olarak da doğal çevre ve iklim hakkında da bazen bilgiler edinilebilir. Bu amaçlar için genellikle taş, mermer, obsidiyen, kil çanak çömlek, toprak, metal, curuf vs örneklerin analizleri yapılır. Bugün çoğunlukta ıslak kimyasal yöntemler yerlerini daha çok aşağıdaki yöntemlere bırakmışlardır: 1. Radyoaktif yöntemler TL (termoluminesans) Neutron aktivasyonu Atomik soğurma spektrometresi 2. Diğer fiziksel yöntemler Optik mikroskobi Optik Emisyon spektrometresi (spektral analiz) X-ışını-floresansı Elektron prob mikroanalizi X-ışını saçınımı Kızılötesi soğurma vb gibi. Kaynak analizlerinde bu ve benzeri yöntemler, çoğu kez birarada da kullanılır. TL analizlerinde optik mikroskobiden yararlanıldığı gibi. D. Doğal çevre ve biyolojik ortamın, ekolojinin aydınlatılması, besin ekonomisi, eski toprak kullanım alanlarının belirlenmesinde, nüfus saptamalarında: Palco/arkeo-antropoloji Paleo/arkeo-botani Polinoloji Paleo/arkeo-zooloji Jeomorfolojik ve Jeokronolojik çeşitli yöntemler Toprak analizleri v.s den yararlanılmaktadır.
E. Müzeoloji ve arkeolojik kalıntıların restorasyon ve konservasyonlarının yapılmasındaÇeşitli kimyasal analizler Çeşitli fiziksel analizler uygulanmaktadır. F. Arkeolojik kalıntıların tipolojik (tipsel) sınıflandırılmalarında, teknolojik düzeyin belirlenmesinde: Matematiksel kümeleme ve serileme teknikleri Bilgisayar arkeoloji ve İstatistik yöntemler giderek artan bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Ancak çeşitli gruplara giren yöntemlerin aynı alanların dışında, değişik amaçlar için de kullanıldıkları unutulmamalıdır. Örnek olarak polen analizi (polinoloji) pollenkronolojisi için olduğu kadar, doğal çevre, bitki örtüsü, iklim koşulları için de önemli bir gösterge sayılmaktadır.
Görüldüğü gibi, kültür tarihinin her yönüyle araştırılmasında yardımcı olmak üzere uygulanan bu yeni arkeometrik yöntemlerin arkeolojiye kazandırdığı büyük katkıların yanında yeni bazı sorunlar da ortaya çıkmaktadır. Buna bir anlamda yeni bazı yükümlülükler de denilebilir. 1950’yi başlangıç olarak kabul edersek, bugün daha 35 yıllık bir geçmişi olan bu, fen ve doğa bilimlerinin çeşitli yeni yöntemler topluluklarından oluşan bilim alanının, yani arkeometrinin tek tek her yönteminin kendine özgü bir dili ve değerlendirilme biçimi vardır. Bu arkeometrik yöntemlerle araştırma yapanlar, bugün, zaman zaman arkeometrist olarak adlandırılmaktadır. Arkeometristlerin araştırmalarını onlarla birlikte asıl yorumlayacak ve sonuçlara ulaştıracak olan kimse ise arkeolog dur.
Bu bakımdan arkeologların bu yeni yöntemlerin dilinden anlayabilmeleri ve onlardan edinecekleri bilgileri doğru yorumlara kavuşturabilmeleri için arkeometrik yönden eğitilmeleri gerekir.
Bu tarzda eğitim yapan kurumlara, bugün çeşitli ülkelerin üniversitelerinde rastlanmaktadır. Ülkemizde de böyle bir eğitim programına yer verilmesi artık zorunlu gibi gözükmektedir. Bu da herhalde Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümleri olan ünivcersitelerimizde, Yüksek lisans düzeyinde eğitim yapabilecek, fen ve doğa bilimcilerle birlikte arkeologların da yer alacağı “ARKEOMETRİ Enstitüleri” nin kurulması ile gerçekleşebilecektir.
UZAKTAN ALGILAMA
Uzaktan algılama daha çok cisimler tarafından yansıtılan, dağıtılan ve yayılan elektromanyetik enerjinin ölçülmesiyle ilgilidir. Fotoğraf makineleri kısa dalga ölçü aletleri, spektradyometreler, çok bantlı tarayıcılar ve insan gözü, uzaktan algılayıcı sistemlere birer örnektir. Elektromanyetik enerji, ışık, ısı ve radyo dalgaları olarak düşünülebilir. Enerji kaynağı, genellikle güneştir. Uzaktan algılamada cisimlerden olan yansıma farklılıklarının saptanması yeryüzü şekillerinin havadan ve uzaydan alınan görüntülerle tanınmasını sağlar. Elektromanyetik tayf, dalga boylarına göre farklı şekillerde sınıflandırılmıştır, bu aralıklar bant olarak tanımlanır. İnsan gözü, elektromanyetik tayfın 0.4-0.7 m aralığına rastlayan bölümü algılayabilir. Elektromanyetik tayfın diğer kısımları sadece farklı aletlerin yardımıyla algılanabilmektedir.
Çözünürlük, uydu görüntüsünün ayırım gücünü belirler. Landsat TM görüntüsünün çözünürlüğü 30 m/piksel, Landsat MSS görüntüsünün çözünürlüğü 80 m/pikseldir. Fransız SPOT uydusu XS görüntüsü ile 20 m/piksel ve Pankromatik görüntüsü ile 10 m/piksel çözünürlüğe sahiptir.Bu sayısal görüntüler, farklı yorumlama yöntemleri sunan bilgisayar sistemleri ile işlenirler. Araştırılan konu ile ilgili referans bilgilerin ne zaman ve nerede yardımcı olabileceği belirlenerek, verinin analizine başlanır. Referans veriler ve uzaktan algılama ile elde edilen sayısal görüntüler, bilgisayar sistemi içinde birleştirilerek, sonuç bilgileri üretilir.
ARKEOLOJİK YÜZEY ARAŞTIRMASI
Arazi çalışması sırasında höyük tümülüs yerleşme bölgeleri ve antik yol kalıntıları arkeologlarca arazi üzerinde tespit edilmiştir. Arkeolojik elemanların kesin coğrafi koordinatları küresel yer belirleme (GS) adı verilen uydularla iletişim kurarak en boylam ve yükseklik ölçümleri yapan taşınabilir bir aygıt kullanılarak saptanmıştır.
ARKEOLOJİDE TARİHLENDİRME YÖNTEMLERİ
Arkeolojide kullanılan tarihlendirme yöntemlerini kabaca iki bölümde incelemek mümkündür. Bunlardan birincisi; radyoaktif yöntemler, ikincisi ise, radyoaktif olmayan fakat başka periyodik veya sürekli değişimlere dayanan yöntemlerdir. Radyoaktif yöntemleri de yine kendi içinde iki ayrı bölümde incelemek mümkündür. Bunlardan birincisi radyoaktif maddelerin miktarının zamanla azalmasına dayanan yöntemlerdir ki, bunlara örnek olarak Karbon 14, Potasyum Argon yöntemlerini gösterebiliriz. İkincisi ise, radyoaktiviteden dolayı çıkan enerjinin madde içinde biriktirilmesi olayına dayanır. Bu tür tarihlendirmeye örnek olarak da termoluminesans ve elektron spin rezonans yöntemlerini gösterebiliriz. Radyoaktif olmayan yöntemlere gelince; bunlar da bir şekilde sürekli veya ritmik değişimlere dayanır. Örneğin, yerin manyetik alanının yön ve şiddetinin değişimi, yahut sürekli kimyasal değişimler gibi. Radyoaktif tarihlendirme yöntemlerinin tümü radyoaktifliğin tabiatından dolayı mutlak tarihlendirme yöntemidir. Oysa radyoaktif olmayan sürekli ve periyodik değişimlerin çoğu doğal çevre şartlarına bağlı olmalarından dolayı, genellikle bağıl tarihlendirme yöntemi olarak kullanılırlar. Mutlak tarihlendirme yöntemi olarak kullanılabilmeleri için gereken şartlar için kalibrasyon eğrilerinin elde edilmiş olması gerekmektedir.
RADYOAKTİF YÖNTEMLER
Radyoaktif elementler kararsız olup, parçalanarak kimyasal olarak farklı özellikte elementlere dönüşürler. Bu oluşum sırasında alfa, beta veya gama gibi adlar verilen enerji taşıyan parçacık veya ışınım salarlar. Örneğin, potasyumun radyoaktif olan izotopu (40K) parçalanarak Argon (40Ar) dönüşür. Bu dönüşüm sırasında beta parçacığı salınır,
Belli bir elementin radyoaktif parçalanma hızı, hiç bir şekilde çevre koşullarına bağlı değildir. Dünyanın her yerinde her türlü aşırı çevre şartlarında hep aynı hızla parçalanır. Bu nedenle mutlak tarihlendirme için ideal bir olaydır. Radyoaktif parçalanma olayı belli bir element için yarılanma süresi ile tarif edilir. Yarılanma süresi, radyoaktif elementin başlangıçtaki miktarının yarıya düşmesi için geçen zamandır. Böylece yarılanma süresi ve radyoaktif parçalanma olayının başladığı andaki radyoaktif madde miktarı biliniyorsa, parçalanmanın başlamasından ölçüm zamanına kadar geçen süre saptanabilir. Doğada bilindiğinden pek çok daha fazla radyoaktif element vardır. Ancak günümüzün teknoloji ile arkeolojide kullanılabilecek elementler sınırlıdır ve bunlar Tablo II’de verilmiştir. Radyoaktif yöntemlerle tarihlendirebilme süresi, izotopun yarılanma süresine bağlıdır. Örneğin, radyo karbonla tarihlendirilebilecek en eski örnek, yarılanma süresinin 10 katı kadar olan 50.000 yıl kadardır. Son yıllarda yapılan tarihlendirmeler sonunda geçmiş zamanlarda yaşayan organizmanın ihtiva ettiği karbon miktarında değişimler gözlenmiş, bu nedenle de ölçülen yaşların gerçek yaşlardan farklı olduğu bulunmuştur. Yaşı kesin bilinen ağaç halkalarının ölçümü ile bu tür değişimler düzeltilebilmektedir. Radyo karbon ile tarihlendirme için en uygun örnek türü odun, odun kömürü ise de tahıl, kumaş, çeşitli hayvan kabukları ve kemik gibi tüm karbon ihtiva eden örnekler bu yöntemle tarihlendirilebilir.
RADYOKARBON YÖNTEMİ VE ORANTILI KARBONDİOKSİT
GAZ SAYIMI İLE TARİHLENDİRME
Radyokarbon yönteminin temelleri Libby tarafından yaklaşık otuz dokuz yıl önce atılmıştır. (Libby 1946) Yöntemin bulunmasından bu yana çok sayıda laboratuvar binlerce örneği tarihlemiş, teori ve uygulamadaki değişikliklere karşılık temel yöntem uzun yıllar aynı kalmıştır.
Radyokarbon veya öteki adıyla karbon-14 14C, 5730 yıllık yarı ömrüyle doğada var olan uzun ömürlü en yaygın radyoizotoptur. Radyokarbon atmosferin üst tabakalarında azot 14N, atomlarının kozmik ışınlarının yarattığı nötronlarla etkileşmesi sonucu oluşmaktadır. Bu etkileşmeyi14N (n,p)14C veya 14N + n 14C + p şeklinde yazabiliriz. Buradan n nötronu, p protonu belirtmektedir. Görüldüğü gibi atmosfere girmeye çalışan kozmik ışınlar yarattıkları nötronlar aracılığı ile radyokarbonun yerkürede var olmasına neden olmaktadır. Böylece oluşan radyokarbon kısa sürede oksijen ile birleşip karbondioksit, CO2, gazına dönüşür ve tüm atmosfere dağılır. Buradan da bitki ve hayvanlardan oluşan canlılar evrenine, okyanuslara geçerek öteki karbon izotopları 12C ve 13C ile birlikte tüm organik maddelerin yapısında varolmaya başlar. Her yıl yaklaşık 75 kg radyokarbon oluştuğu hesaplanmaktadır. Radyokarbon 5730 yıl yarı ömürlü bir radyoizotoptur demiştik. Yani şu anda elimizde 1 kg radyokarbon olsa 5730 yıl sonra elimizde 0.5 kg radyokarbon kalır. Çünkü radyokarbon atomları çekirdeklerinden beta parçacıkları fırlatarak bozunmakta ve tekrar azot, 14N, atomlarına dönüşmektedir. Bu radyoaktif bozunmayı 14C14N+ şeklinde yazabiliriz. İşte bu bozunma sonucu tüm organik maddeler belirli Bir radyokarbon aktivitesine sahip olur. Bu aktivite canlı çevresi ile karbon alışverişinde bulunduğu sürece, yani yaşadığı sürece sabittir ve 1 gram karbon için yaklaşık 14 bozunma/dakika kadardır. Bu özgül aktifliğin sabit olması her yıl yerkürede 7.5 kg radyokarbon oluşurken 7.5 kg radyokarbonun da bozunup azota dönüştüğünü, yani bir dengenin kurulmuş olduğunu belirtir. Bu denge durumu bütün canlılar için geçerlidir ve alınan radyokarbon kadarı bozunduğundan özgül aktiflik sabittir. Ne zaman ki canlı ölür ve çevresi ile karbon alışverişi kesilirse, sağlığında sahip olduğu özgül aktiflik 5730 yılda yarılanacak şekilde azalmaya başlar. Yani bir canlı 5730 yıl önce ölmüşse kalıntısının özgül aktifliği 7 bozunma/dakika, 11460 yıl (2x5730 yıl) önce ölmüşse kalıntısının özgül aktifliği 3.5 bozunma/dakika olacaktır. Görüldüğü gibi tarihleme demek aslında kalıntıdaki halen var olan radyokarbon özgül aktifliğinin bulunması demektir. Yalnız bunun için bazı varsayımlar yapmamız gerekir. Bunlardan birincisine göre yaşayan canlıların geçmişten günümüze özgül aktiflikleri daima yaklaşık 14 bozunma/dakikadır. İkinci varsayımımıza göre ise tüm canlılar yaşadıkları sürece aynı özgül aktifliğe sahiptir. Üçüncü varsayımımız canlı öldükten sonra çevresi ile karbon alışverişinin olmadığıdır. Bu temel varsayımlarla başlanılan radyokarbon yöntemi daha sonraları varsayımların doğru olmadığının anlaşılması üzerine değişikliklere uğramış, fakat elde edilen tarihlerin günümüzden yaklaşık 10000 yıl öncesine kadar düzeltilebilmesi sağlanmıştır. Çünkü geçmişte özgül aktifliğin önemli artmalar ve azalmalar gösterdiği bazı organik maddelerin izotop ayrışması denilen olay sonucu 14C bakımından 12C ve 13C atomlarına göre zenginleştiği veya fakirleştiği, toprak altında bazı örnek türlerinin çevreleriyle karbon alışverişini sürdürdükleri bulunmuştur. Fakat yukarıda da belirttiğimiz gibi bütün bu sapmaları bilmek ve hesaplanan tarihte düzeltme yapmak ve örneğin öldüğü tarihi saptamak mümkündür ve yapılmaktadır. Tarihleme için özgül aktiflik ölçümleri kullanılabileceği gibi, bir örnekte halen var olan 14C/12C oranını da kullanmak mümkündür. Çünkü bu oran yaşayan canlılarda yaklaşık 1/1012 değerindedir. Yani bir örnekte her 1012 12C atomuna karşılık yalnız 1 tane 14C atomu vardır. Benzer 14C/13C oranı ise yaklaşık 1/1010 dur. Görüldüğü gibi doğada radyokarbon öteki karbon izotoplarına göre çok çok azdır. Buna karşılık uygulamada gerek radyoaktif sayım yöntemleri gerekse son yıllarda geliştirilen hızlandırıcılı kütle spektrometreleri (Gove ve ark.1980, Hall 1980, Hedges 1981, Gillespie ve ark.1984, Wölfli 1984, Özbakan 1985) bir örnekteki için özgül aktiflik ve 14C/12C oranlarının örneklerin öldükleri zamandan günümüze nasıl değiştiklerini kabaca görelim.
Orantılı Karbondioksit Gaz SayımıTarihlenmesi istenen bir örnekte halen var olan özgül radyokarbon aktivitesinin ölçülmesi için radyoaktivite sayımı yönteminin kullanıldığından söz etmiştik. Bu yöntemler uygulamada farklılıklar göstermekle birlikte, hepsinden kazı yerinden bulunup getirilen örnekler önce fiziksel ve kimyasal işlemlerle, örnek ile birlikte var olabilecek başka organik maddelerden temizlenir. Daha sonra örnek oksijen ile yakılarak karbondioksit, CO2 gazı elde edilir. İşte bu işlem basamağından sonra uygulamalar değişmeye başlar. Bazı sistemlerde elde edilen CO2 daha sonra asetilen, C2H2 gazına dönüştürülür ve sayım gazı olarak sayaçlara doldurulur, bazı sistemlerde elde edilen CO2 benzene, C6 H6, dönüştürülüp sıvı sintilasyon yöntemi ile aktivite sayımı yapılır. Bazı sistemlerde ise elde edilen CO2 gazı iyice saflaştırıldıktan sonra orantılı gaz sayacına doldurulup sayım gazı olarak kullanılır. ODTÜ Fizik Bölümü Radyokarbon Araştırma Laboratuvarı’nda kullanılan bu sonuncu yöntemdir. Kazı yerlerinden usulüne uygun toplanan örnekler laboratuvarda ön işlemden geçirildikten sonra oksijen ile quartz tüp içinde kontrollu olarak yakılır ve CO2 elde edilir. Saflaştırılan CO2 daha sonra yaklaşık üç haftalık beklemeye alınıp CO2 ile birlikte var olabilecek ve yarı ömrü yaklaşık 4 gün olan radyoaktif radonun yok olması sağlanır. Daha sonra örnek tekrar saflaştırılıp orantılı gaz sayacına belirli bir basınçta doldurulur ve sayacın plato eğrisi çizilip sayım voltajı hesaplandıktan sonra sayım işlemine geçilir. Sayım belirli aralıklarla tekrarlanarak yaklaşık 48 saat sürdürülür. Aynı işlemler günümüz özgül aktifliğinin, yani örneklerin yaşadıkları sürece sahip oldukları aktifliğin, bulunması amacıyla kullanılan NBS Oksalik Asit örneği ve sayım sisteminin tabansayımı için kullanılan antrasit örneği içinde uygulanır.
ELEKTRON SPIN REZONANS (ESR) TARİHLENDİRME YÖNTEMİ
Arkeolojide kullanılan tarihlendirme yöntemlerini radyoaktif olan ve radyoaktif olmayan diye kabaca iki bölüme ayırmak mümkündür. Radyoaktif olan yöntemler yine kendi içinde iki ayrı bölümde incelenir. Bunlardan birincisi radyoaktif maddelerin miktarının zamanla azalmasına dayanan, Karbon-14 ve Potasyum/Argon gibi yöntemlerdir. İkincisi ise, radyoaktiviteden dolayı çıkan enerjinin madde içinde biriktirilmesi olayına dayanır ki elektron spin rezonans bu tür tarihlendirme yöntemlerine bir örnektir. Uzun zamandır yaş tayininde kullanılagelen bu gruptaki termolüminesans (TL) yöntemiyle aynı prensibi paylaşmasına karşın ESR yönteminin TL yöntemine göre bazı üstünlükleri vardır. Bunlar şöyle sıralanabilir: 1. Ölçüm sırasında ESR merkezleri bozulmadığı için ölçü istenilen sayıda aynı örnekle tekrarlanabilir. 2. ESR yüzeysel olaylara karşı daha az duyarlı olduğu için kullanılan maddenin taneciklerinin belirli bir büyüklükte olma şartı yoktur. 3. Örnek hazırlama ve oda sıcaklığında ölçü alma işlemleri çok daha kolaydır. 4. Tekstil vs gibi organik maddelerin incelenmesinde de bu yöntem başarı ile kullanılmaktadır.
ESR Yöntemi : Radyoaktif elementler kararsız olup parçalanarak kimyasal olarak farklı özellikte elementlere dönüşürler. Bu oluşum sırasında farklı adlarda (alfa, beta, gama) enerji taşıyan parçacık veya ışınım salarlar. Böyle radyoaktif elementler birçok kayaç ve minarellerin kristal yapısında eser miktarda bulunur ve saldıkları enerji taşıyan parçacıklar yapıdaki elektronları bağlı bulundukları yerlerden koparırlar. Normalde elektronlar bağlı oldukları çekirdek etrafında dolanırken kendi eksenleri etrafında da dönerler (spin hareketi) ve zıt yönde spio hareketi yapan elektron çiftleri şeklinde bulunurlar. Bunlardan birinin yerinden koparılması halinde geride tek elektron kalır. Buna çiftleşmemiş elektron da diyebiliriz. Böyle bir elektronun spin hareketi bu elektrona manyetik bir özellik kazandırır ve bu elektron bir mıknatıscık olarak düşünülebilir. Bu özelliğe sahip maddelere paramanyetik maddeler denir. Bir manyetik alana konmadığı takdirde madde içindeki bu mıknatıscıklar gelişi güzel yönlerde dağılmışlardır ve hepsi aynı enerjiye sahiptirler. Madde manyetik alana konduğunda bu mıknatıscıklar ya manyetik alan yönünde ya da buna zıt yönde yönlenirler. Manyetik alan H ise, H nın zıt yönünde yönlenenlerin enerjileri M kadar artacak, H nın aynı yönünde yönlenenlerin enerjileri ise aynı miktar (H) azalacaktır. Burada elektronun manyetik momenti olup = : spin kuvantum sayısı, : Bohr magneton ve g: elektronun çekirdek etrafında dolanmasının ve spin hareketinin mıknatıs özelliğine katkı derecesini gösteren faktör. Böylece elektronlar manyetik alanla aynı yönde yönlenenler veya zıt yönde yönlenenler olarak iki gruba ayrılırlar. İki grubun enerjileri farklı değerdedir ve aralarında gH kadar enerji farkı vardır. Enerjisi bu enerji farkına eşit olan bir elektromanyetik dalga maddeye gönderilirse düşük enerjiye sahip olan elektronlar bu enerjiyi alıp yüksek enerjili elektron grubuna dönüşürler. Diğer bir deyişle, H manyetik alanı yönünde yönlenmiş elektron mıknatısları elektromanyetik enerjiyi alınca H manyetik alanının zıt yönünde yönlenirler.
TERMOLÜMİNESANS YÖNTEMİ İLE ARKEOLOJİK YAŞ TAYİNİ
Keramik, pişmiş tuğla, yanmış çakmaktaşı ve obsidyen, volkanik, kül, meteor, curuf, sarkıt ve dikit gibi kalsit oluşumları ve benzeri inorganik obje ve malzemelerin içerisinde şifreli saat gibi çalışan fiziksel mekanizmalar vardır. Bu şifreli saat bir arkeolojik zaman-ölçer aygıtı gibi çalışır; hem sıfırlama özelliği vardır hem de otomatiktir. Temel problem, saatin şifresini çözerek gerçek zamanı, yani arkeolojik yaşı bulmaktır. Saati inceleyip şifresini çözen fiziksel yöntemlerden biri de termolüminesans (TL) yöntemidir. Burada amacımız TL yöntemini ve bu yöntemin arkeolojideki uygulamalarını kısaca anlatmak; bir başka deyişle saatin çalışma prensiplerini ve şifresinin çözüm tekniğini genel çizgileriyle sunmaktır. Yalnız yöntemi anlatmaya başlamadan önce TL olayının ne olduğunu, böyle bir amaç için nasıl kullanılabildiğini kısaca görelim.
Termolüminesans :Bazı maddeler ısıtıldıkları zaman ışıma yaparlar. Bu fiziksel olaya ısıtma ile ışıma anlamına gelen termolüminesans (TL) denir. Hemen belirtelim ki, TL olayı başka bir olayın sonucunda oluşmaktadır. Maddelerin içlerinde ve çevrelerinde eser miktarda uranyum (U) toryum (Th) ve potasyum (K) gibi radyoaktif elementler vardır. Bunlardan çıkan radyasyonlar () ve beta () parçacıkları ile gama () ışınları maddenin atomları ile etkileşerek enerjilerini yitirirler. Bu enerjinin bir kıssmı madde içinde birikir ve maddenin 300 0C – 500 0C ye kadar ısıtılma durumunda ışık olarak çıkar. Çıkan ışık miktarı maddenin biriktirdiği radyasyon enerjisi miktarına bağlıdır. Ne kadar çok enerji birikirse o kadar çok ışık çıkar. Hiç enerji birikmemiş ise, veya biriken enerji herhangi bir nedenle, örneğin ısınma ile, boşalmış ise, doğal olarak hiç ışık görünmeyecek yani hiç TL olmayacaktır. Demek oluyor ki TL, maddenin etkileştiği toplam radyasyon miktarı (dozu) sonucunda biriken enerjinin ve bu enerjinin birikmesi için geçen sürenin dolaylı bir ölçüsüdür. Yöntemin temel problemi de bu sürenin bulunmasıdır. Maddede enerji birikimi şu şekilde olmaktadır: maddenin atomları ile etkileşen radyasyonlar atomları bağlı elektronların bazılarını koparır ve enerji kazandırırlar. Bu elektronların bir kısmı kazandığı enerjiyi anında geri vererek eski yerlerine veya benzer yerlere geri dönerler. Bir kısmı ise maddenin kristal yapısınd çeşitli nedenlerle oluşan ve tuzak denilen yerlere bağlanırlar ve böylece eski yerlerine dönen elektronların tersine radyasyondan aldıkları enerjiyi geri vermeyip bu tuzaklarda biriktirmiş olurlar. Biriken enerjinin saklanabilme süresi, yani elektronların tuzaklarda kalma süreleri çevre şartlarına ve tuzak özelliklerine bağlıdır. Birkaç dakikadan bir milyon yıla kadar elektronları tutabilen tuzaklar vardır. Doğal olarak bizi ilgilendiren uzun ömürlü tuzaklardır. Çünkü, ancak bu tuzaklar baştan itibaren yakaladıkları tüm elektronları korurlar ve böylece radyasyonla sağlanan enerji tam olarak birikmiş olur. İleriki satırlarda da belirttiğimiz gibi, bu tarihleme için sağlanması gereken koşullardan biridir
AMİNO ASİT RESAMİZASYONU
Amino asit resamizasyonu, C14 gibi fosil kemiklere doğrudan uygulanan bir tarihleme metodudur, ve paleoantropojide hominidlerin erken evrim aşamalarında kullanılabilmektedir.Bu tarihleme metodunun prensibi; optik etkinliği olan maddelerin, optik etkinliği olmayan maddelere dönüşmesidir ve teknik olarak resamizasyon süreci optik-akif maddenin, inaktif madde haline dönüşmesine bağımlıdır.
Tüm yaşayan canlıların proteinlerinde (L) amino asitleri vardır ve ölümünden uzun bir süre sonra tüm (L) amino asitler (glycine hariç) resamizasyon denilen değişime uğrarlar ve proteinsiz (D) amino asit haline dönüşürler. (L) ile (D) arasında oran zamanla artar. İşte fosil kemiklerde bu artışın hesaplanması bize yıl olarak bir kronolojik ölçü verebilmektedir.Bu metodla yaklaşık 100.000 yıl eskiye yaşlandırma yapmak mümkün olmakla birlikte; fosil kemiklerdeki amino asitler, ısı, iklim değişmeleri, toprağın PH oranı gibi faktörlerden etkilendiği için araştırıcılar tarafından, ihtiyatla kullanılması gerektiği önerilmektedir.
FLUORIN, NİTROJEN VE URANYUM TARİHLEMESİ
Fluorin, nitrojen ve uranyum tarihlemesi, özellikle tarih edilmiş kazı yerlerinde ele geçen fosil kemiklerde uygulanmaktadır. Bir kemiğin relativ yaşı, aynı kazı alanından ya da aynı lokalitede bulunmuş başka bir kemiğin karşılaştırılabilir koşullarda saklanmış olmaları şartıyla kimyasal yapılarının kıyaslanması ile saptanabilir.Toprakta gömülü olan kemiklerin yapısındaki kimyasal değişim farklı hızlarda olmaktadır. Kemiğin organik maddesinde yağ hızla yok olurken protein çok yavaş bir tempoda ortadan kalkar. Bunun miktarını ölçmek, relativ bir yaş elde etmek demektir.
Fluorin tarihlemesinde yeraltı sularının fosil kemikleri etkilemesinin ölçümü yapılmaktadır. Yeraltı sularında bulunan fluorin, kemikteki kalsiyum ile birleşerek fluoropatite oluşturur. Bu maddenin, değişik kemiklerde ölçülmesi, hemzaman olup olmadıklarını göstermektedir; çünkü hem zaman olan kemiklerin kabaca aynı miktarda fluorapatite içermesi beklenir.
Paleoantropoloji araştırmalarında, bilinen en iyi fluorin tarihlemesi, İngiltere’de Swanscombe teraslarında bulunmuş olan, Pildown ve Galley Hill fosillerine uygulanan metodtur; ve yaş post-pleistosen olarak verilmiştir.
Nitrojen taihlemesi C14 tarihlemesi yapmak için fosil kemikte yeterli miktarda protein (collogen) eksilmesinin olup olmadığının saptanabilmesi açısından başvurulan bir yöntemdir.
Galley Hill ve Piltdown fosilleri C14 tarihlemesinden önce, nitrojen ve fluorin testlerinden geçirilmiştir.Nitrojen tarihlemesi, sonuçlar açısından fluorin testleri ile birlikte yapılır; çünkü kemikte az fluorin birikmişse, çok nitrojen bulunacaktır ya da bunun tersi söz konusudur. Uranyum tarihlemesi ise, gömülü kemiklerde absorbe edilmiş olan uranyumun ölçülmesi esasına dayalıdır. Uranyum radyoaktif olduğu için ölçülebilir; şöyle ki, kemik deposite ne kadar uzun zaman gömülü kalmış ise, o kadar çok uranyum absorbe edecektir. Bilindiği gibi radyoaktivite bir yerden ötekine değişir ama, artan kronolojik yaş ile, uranyum miktarının da çoğaldığı saptanmıştır. Uranyum tarihlemesi, fosil kemiklerin, içinde bulunduğu depositten (depositin yaşından) daha yeni, ya da eski olduğunun bilinmesi açısından bizlere yardımcı olmaktadır. Bu test uygulanırken, kemik parçalanmadan kullanıldığı için, öteki testlerden daha avantajlıdır.
Her üç tarihleme metodunun (fluorin, nitrojen, uranyum) en önemli eksiği, çapraz-tarihlemeye imkan vermemesidir. Öte yandan, birçok değişkenin ortamda mevcut olması nedeniyle, bir fosil örneğin jeolojik yaşının kabaca saptanmasından başka bir sonuç alınmamaktadır.
NÖTRON AKTİVASYON ANALİZİ YÖNTEMİ
Elementlerin büyük bir kısmı reaktöre konup nötronlarla ışınlandıklarında radyoaktif hale dönüşürler. Bu dönüşme elementin çekirdiğinin bir nötron yakalamasıyla olur. Her elementin meydana gelen radyoaktif izotopu belli bir enerjide (bazen bir kaç enerjide) gama ışını yayınlayarak parçalanmaya uğrar. Gama ışını spektrometresi dediğimiz bir ölçü sistemi ile her bir gama enerjisinin şiddeti ölçülür. Bu tür çalışmalarda bir de bileşimi tam olarak bilinen bir standartın örneğe gerek vardır. Keramik analiznde standart olarak bileşimi bilinen kil örnekler kullanılır. Analiz yapılacak örneklerden ve standarttan hassas olarak tartışılmış miktarlar (100-200 mg) kuvars tüplere konarak reaktörde aynı şartlarda ışınlaşır. Daha sonra bütün örneklerin gama ışınları ölçülür. Yapılacak basit bir karşılaştırma sonunda örnekteki element miktarları hesaplanır. Radyoaktif izotoplar yayınladıkları ışınların yanısıra yarı ömür dediğimiz bir özellikle de tanımlanırlar. Yarı ömür bir radyoaktif izotopun miktarının yarıya inmesi için geçen süredir. Bu süre değişik radyoaktif izotoplar için saniye, gün, ay veya yıl mertebesinde olabilmektedir. Reaktördeki ışınlamanın bitiminden gama enerjisinin ölçümüne kadar geçen zamana bağlı olarak çok kısa yarı ömürlü bazı izotopların tayin edilmesi mümkün olamamaktadır. Bizim çalışma şartlarımızda tayin edebildiğimiz elementler, rubidium (Rb) sezıum (Cs), baryum (Ba), uranium (U), toryum (Th), lantanyum (La), lutetium (Lu), skandium (Sc) hafnium (Hf), europium (Eu), serium (Ce), tantal (Ta), krom (Cr) ve demir (Fe)’dir. Bu elementlerden her zaman hepsi keramiklerin gruplandırılmasında kullanılamamaktadır. Rb, Ba ve Cr gibi bazılarının miktarı aynı bir kil yatağı içinde çok değişmekte, diğer bazı elementlerin miktarları da bazı örneklerde ölçülemeyecek kadar küçük olmaktadır. Demir dışında, tayin edilen elementler çok az miktarlarda olduğu için dışarıdan bir bulaşmanın olmamasına özen gösterilmesi gerekir. Bu nedenle keramik parçaların dış yüzeyleri özel bir matkapla temizlendikten sonra analiz için örnek alınmaktadır. Kimyasal analizden sonra yapılacak iş, örneklerin eser element birleşimi bakımından benzer olanlarını gruplar halinde ayırmaktır. Böyle bir işlemin elle yapılması imkansız olduğundan gruplandırma istatistik yöntemler kullanılarak bilgisayarda yapılmaktadır.