Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması ile birlikte İngiltere de savaşa girmiş, anavatanın nasıl destekleneceği konusunda Avustralya ve Yeni Zelanda hükümetleri de çalışmalara başlamıştır. Ama üstünde durulacak diğer bir husus ise Yeni Zelanda ve Avustralya halklarının emperyalist saldırılara karşı olmasıydı. Büyük devletlerin küçük devletleri sömürmesini kınıyor, bağımsızlık akımını destekliyorlardı. Bu husus "The Story of Anzac" adlı eserde; "Avustralya ve Yeni Zelanda hiç şüphesiz harp istemiyorlardı. Fakat bir diğer gerçek, genç kuşağın bir harp patladığı taktirde donanmada görev almak isteğiydi" şeklinde belirtilmiştir. Ayrıca Avustralya ve Yeni Zelanda meclisleri istedikleri taktirde tarafsız kalabilirlerdi.
Gerçi iki ülke de I.Dünya Savaşı'na İngiltere yanında katılırken askerlerinin gerektiğinde Avrupa, Mısır ya da Kuzeybatı Hindistan'da farklı cephelerde kullanılabileceğini biliyorlardı. Ancak bu kararı alırken ilk düşündükleri şey doğaldır ki, bölgelerindeki Alman askeri tehdidiydi. Diğer bir deyişle savaşa girişlerinin temel nedeni, İngiltere'ye yardım olduğu kadar kendi güvenlikleriydi. Daha öncede belirtildiği gibi, İngiltere'nin Güney Pasifik'teki askeri varlığı aslında, bu iki ülke güvenliğinin temelini de oluşturuyordu.
I.Dünya Savaşına kadar önemli bir silahlı güce sahip bulunmayan Avustralya'da mevcut kuvvetler sadece bölgesel teşkilattan ibaret idi. Savaşın başlaması ve İngiltere'nin de savaşa başlaması üzerine, imparatorluğun diğer dominyonları arasında Avustralya da İngiliz hükümetinden 29 Temmuz 1914 tarihli bir şifre almıştır. Bu şifre telgrafta, savaş boyunca Anavatanın nasıl ve ne ölçüde desteklenebileceği sorulmakta ve kararın kısa zamanda bildirilmesi istenmekteydi.
Avustralya hükümeti, yaptığı kabine toplantısı ve komutanlarla varılan mutabakat sonunda verdiği cevapta; 1)Donanmanın Britanya Amirliği emrine verileceğini, 2) Oluşturulacak 20 bin kişilik bir sefer kuvvetinin de İmparatorluk Hükümeti'nin uygun göreceği yere gönderileceğini ve savaşın devamı boyunca devamlı olarak ikmalinin sağlanacağını, teklif ve taahhüt etmiştir.
Savaş kararı alındıktan sonra hazırlıklar başlamıştır. Önce askere alma işine girişilir ve duyurular yapılarak merkezler oluşturulur. Halkta savaşa katılma talebi oldukça büyüktür. Ve kayıtlardan sonra askerler kamplarda hızla eğitimden geçirilerek, savaşa hazırlanırlar. Böyle büyük bir savaşa ilk defa katıldıkları için organizasyonda sorunlar çıkar ve aksayan yönler olur. Bu aksaklıklar da İngiltere'den gelen askeri uzmanlar vasıtasıyla giderilir. İki ülke birliklerinin katılmasıyla kısa zamanda meydana gelen ve Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu (ANZAK) adını alan bu Kolordunun iki tümeninden biri tümüyle Avustralya birliklerinden kurulan 1. Avustralya Tümeni idi. Diğer Tümen ise 4. Avustralya Piyade Tugayı, 1. Avustralya Hafif Süvari Tugayı ile Yeni Zelanda Bindirilmiş Piyade Tugayı ve Yeni Zelanda Sahra Topçu Alay'ından oluşturulmuştur. Bu karma tümene Avustralya ve Yeni Zelanda Tümeni yada kısaltılmış olarak (NZ. ve AN.) Tümeni adı verilmiştir. 1. Avustralya Tümenine General Bridges Karma Tümene ise General Goodley komuta ediyordu.
Ayrıca oluşturulan bu ANZAK birlikleri içinde Maori ve Ranatongan adı verilen yerliler de bulunuyordu. Maoriler cengaver kabileler idi. 1915 yılı Şubatında Gelibolu cephesinde Türklere karşı çarpışmak üzere gönüllü yazıldılar. Ama değil Gelibolu'nun, Türkiye'nin bile nerede olduğunu dahi bilmiyorlardı.
18 Mart 1915'de müttefik kuvvetleri Çanakkale Boğazında bir yenilgi ile karşılaşınca, denizden yapılacak saldırıyla deniz yolunun açılamayacağını, bununla birlikte karadan da bir çıkarma yapılması gerektiğini ve duyulan ihtiyacın karşılanması için de Anzak kolordusunun cepheye getirilmesi kararı alındı.
Gelibolu Yarımadası'na Müttefik donanmasının desteğinde çıkarma yapılacağı resmen belli olunca, Mısır'daki askeri kamplarda hazırlıklar hızla tamamlandı.
Anzak birlikleri çöl yaşamından kurtulup, biran önce yola çıkmak için iyice sabırsızlanmaktadırlar. Sonunda hareket günü gelir ve Şubatın erken saatleriyle birlikte, kendilerini Limni adasına götürecek gemilere binmeye başlarlar.
Limni adası, coğrafik konumu-hem Çanakkale Boğazına yakın oluşu hem de geniş Mondros Limanı-nedeni ile stratejik bir değere sahiptir. Ayrıca ada İngiltere açısından, Kıbrıs ve Mısır'a giden ulaşım yolu üzerinde bulunması sebebiyle de özel bir önem taşımaktadır. Bu nedenledir ki Limni adası ve Mondros Limanı, I.Dünya Savaşı sırasında ve özellikle Çanakkale Savaşları boyunca, Müttefik Donanmasının Doğu Akdeniz'deki başlıca üssü olarak kullanılmıştır.
Limni'de kaldıkları süre içinde, askerlere çıkarma harekatı için eğitim verilir. Farklı ülke birlikleri arasında ortak askeri yönetim ve işbirliği çalışmaları yapılır, eksikler giderilir. Ayrıca İngiliz ve Fransız generalleri Limni'de biraraya gelip çıkarma planıyla ilgili gerekli değişiklikleri ve önemli noktaları görüşerek, son şeklini verirler.
Gerçekten de Anzaklar 25 Nisan 1915 Pazar günü sabahın erken saatlerinde başlayan çıkarma ile Gelibolu Yarımadası'ndaki savaşa katılmış oldular. O günden 9 Ocak 1916'ya kadar süren çok kanlı ve çetin çarpışmalar içinde, savaş yetenekleriyle, cesaretleriyle temayüz eden bu savaşçılar, kendilerinin bir sömürge insanı değil, milli bir karakter taşıyan Avustralyalılar ve Yeni Zelandalılar oldukları duygusunu da gittikçe pekiştiren bir inanca sahip olmak imkanına kavuşmuşlardı.
Çıkarmanın nasıl başlatılacağına ilişkin plan aslında teknik ve karmaşıktır. Yapılan çıkarmanın nasıl olduğu ne gibi duygular yaşandığı ve sonuçları hakkında elde edilen bilgiler, Çanakkale'de savaşmış olan askerlerin hatıralarından alınmıştır. Konu ile ilgili yapılan araştırmalar ve ortaya konan eserler, bu hatıralar ışığında hazırlanmıştır.
İngiliz tarihçisi Niget Steel (Defeat at Gallipoli) "Bir Yenilginin Destanı; Gelibolu" adlı eserinde Gelibolu'ya yapılan çıkarmanın nasıl başlatıldığını şöyle anlatmaktadır.
"Üçüncü Avustralya Tugayına bağlı kuvvetler şafaktan önce iki hücum dalgası halinde Kaba Tepe'nin kuzey kıyısına çıkacaklardı. İlk sıradakilerin yedeğe alınması saat 02:35'te tamamlanmıştı.
Ancak gemiler etrafı aydınlatan ay batıncaya kadar, yaklaşmak için harekete geçemediler. Aslında 23 Nisan'da yapılması düşünülen ilk plana göre çıkarma karanlıktan yararlanabilmek için, saat 02:30'da başlatılacaktı. Ne var ki 25 Nisan 1915 sabahı ay 02:57'ye kadar batmamış 04:00'da doğacak günün ilk ışıklarına kadar sadece bir saatlik bir süre kalmıştı. Sonunda ay, saat 03:00'te batar. Aynı anda da savaş gemileri, dalgalar halinde sahile doğru ilerleyen asker dolu botları saatte 5 deniz mili kadar yavaş bir hızla izlemeye başlar. Savaş gemileri ilerlerken, buharlı çatanaların sonuncuları da yedekleri olmak üzere harekete geçer. Bundan sonra savaş gemileri makinelerini durdurur ama, demir atmazlar.Kendi hızlarıyla on dakika kadar kıyıya doğru ilerleyip saat 03:30'da ve kıyıdan iki buçuk mil kadar açıktalarken megafonlarla, yedeklere ilerlemeleri emri verilir. Çıkarma başlamıştır..."
Böylece başlayan çıkarmanın ilk günü ve onu izleyen günlerde şiddetli ve kanlı çarpışmalardan sonra ortaya çıkan durum Anzaklar ve müttefikler adına hiç iç açıcı değildi. Hiçbir savaş deneyimi olmayan ve Türkleri dahi tanımadan onlarla savaşan bu Anzaklar tam bir şaşkınlık içinde kalmışlardır.
Gelibolu'daki askerler, Haziran ve Temmuz aylarını Seddülbahir'de zamanında ve sağlam bir stratejik kararın gereksiz kılacağı bir dizi savaşta çarpışarak ve ölerek geçirmişlerdir. Churchill; hem Gelibolu yarımadasında, hem de Çanakkale Boğazı'nda iyi desteklenmiş ve başarılı bir taarruzdan elde edilecek stratejik kazançların o sıralardaki herhangi bir kazançtan kat kat daha üstün olduğunu iddia ediyordu. Gelibolu seferini mümkün olduğu kadar çabuk tamamlamak, hem asıl hedeflerin tümünün elde edilmesini sağlayacak hem de İtilaf devletlerinin tümünün bütün kaynaklarının Batı Cephesi'nde Almanlara yöneltilmesine olanak tanıyacaktı.
13 Temmuz'da Rusya'ya karşı başlatılan Avusturya-Alman taarruzunun ilk başlardaki büyük başarısı, Rusya'nın savaşta kalma ihtimalinin tehlikeye sokar gibi görünmüştü. Gelibolu seferi, Çanakkale Boğazı'nı aşarak Rusya'ya doğrudan doğruya yardımın tek uygulanabilir yöntemiydi. Rusya'nın savaşta tutulması için Gelibolu'nun yaşamsal önem taşıyan bir rolü vardı ve Hamilton' ında Gelibolu seferini bir an önce bitirip tümenlerini Batı Cephesi'ni desteklemek üzere geri getirmesi gerekli görülüyordu.
Yaz aylarında çarpışmaların çoğu Seddülbahir'de gerçekleşmişti ancak, Hamilton Anzak'ta (Arıburnu) önemli bir başarı şansının var olduğunu daha ilk baştan biliyordu. Anzak kolordusu Mayıs başlarından beri pasif kalmışsa da, Birdwood ve kurmayları boş durmamışlardı. Anzak mevzisinin fiziki gerçeği, bir cephe saldırısının başarılı olma şansının bulunmadığını gösteriyordu.
ANZAK'lar özellikle Gelibolu'daki çıkarmada ve Arıburnu'ndaki çarpışmalarda büyük mücadeleler vermiş, fakat bu mücadele sonunda ne ANZAKLAR, ne de onları kullanmaktan kaçınmayan İngilizler başarı sağlayamamışlardır. Bu savaşta ANZAK'ların rollerini anlamak oldukça zordur. Çünkü daha önce de ifade edildiği üzere, onlar hakkındaki bilgiler hatıralardan alınmıştır ve bu hatıralar üzerinde durularak eserler hazırlanmıştır.
Anzakların Çanakkale Cephesi'ndeki faaliyetlerine son vermeden önce ANZAK'ların savaştaki anılarına ve Türkler hakkındaki görüşlerine değinmek gerekir. Konuya çıkarmanın ilk günlerinde bir askerin yaşadığı anları anlatan bir örnekle başlamak yerinde olacaktır.
"...İnsan ileride, Çanakkale Boğazı'nın Ege'ye açılan ağzını seçebiliyor. Silahların gürültüsü ve uğultusu giderek belirginleşiyor. Bu sabah hava çok güzeldi. Acaba gece nasıl olacak? İyi yedim... Şimdi silahlardan çıkan kıvılcım ve ateşleri de görebiliyorum. Acaba ölüm, çevremdekilerden kimleri seçti? Merak ediyorum... Ölümden en ufak bir şekilde korkmuyorum. Tek istediğim kritik bir anda vurulup düşmemek..."
Şimdi de sırasıyla bu savaşın içinde bulunmuş ve orada Türklerin nasıl mücadele verdiğini görmüş, haklarında hiçbir şey bilmeden savaşmak için topraklarına geldikleri bu insanlar hakkındaki görüşlerini anlatan ANZAKLAR'ın anılarına yer verelim.
Yeni Zelanda 1894 doğumlu 97 yaşında. Gelibolu'ya çıkarma ile geliyor. 21 Haziran 1915'e kadar kalıyor. Yaralanınca geri yollanıyor. Çıkarma, Serçe Tepe, Bomba Sırtı, Kirte muharebelerine katılmış; Russel John James Weır.
"Türkler ve Türkiye hakkında hiçbir bilgim yoktu. Mısır'da 4 ay eğitim gördükten sonra, ilk çarpışmanın nerede olacağını bilmiyorduk. Hayır. Eğer tam ve içten cevabımı isterseniz söyleyeyim. Biz Çanakkale'ye Türklerle savaşmak için gittik, arkadaşlık yapmaya değil.
Türklerle çarpıştığımız sürece, onlar hakkında şahsi bir fikir edinemedim. Onları göremiyorduk bile.
Siperlerde üşüyor ve sadece tek bir şey yapmaya uğraşıyorduk: Sağ kalmak.
Onların dürüst, Almanlardan daha dürüst savaşçı olduklarını düşünüyorum. Ayrıca savaşa, istememelerine rağmen, Almanlar tarafından sokulduklarını düşünüyorum. Bunlar, bir zaman ki düşüncelerim. Şimdi herşey bitti...
Sadece (eski) Türk askerlerinden biriyle tanışmak isterdim. Türkler de aynı şeyi yapıyor, ülkelerini savunuyorlardı."
Bir Anzak askerinin günlüğünde şu satırlar göze çarpmaktadır:
"3/5/1915... Yamaçlarda cesetler inanılmaz şekilde asılıp kalmış. Dere yatağına doğru koşan yiğitlerin ürkütücü yaralarla ve kanlar içinde dönüşlerini görmek... Korkunç bir şey, hiç unutmayacağım. Zavallı bir Yeni Zelandalı asker yaralanmış, çıldırmış bir şekilde yanından geçen herkese sarılıp onu da kana bulayarak geliyordu. Bazıları ise, düştüğü yerde son nefesini verip öylece kalıyordu..."
Yine savaşlarda görev almış bir Anzak askeri Türkler hakkındaki düşüncelerini şu şekilde dile getirmiştir.
Avustralyalı, 1895 doğumlu. 96 yaşında. 4. Piyade Taburundan. 25 Nisan 1915'te çıkarmayla gelip, 20 Ağustos 1915'te ayrılıyor. Bomba Sırtı, Serçe Tepe, Kanlı Sırt çarpışmalarına katılıyor. J.J.RYAN.
"İyi dürüst ve cesur askerdiler. Nereye gittiğimizi bilmiyorduk. Ne Türkiye, ne de Türkler hakkında bilgimiz yoktu. Türk askerleri cesurdu, ölmekten korkmuyorlardı. Sivil Türk ile temasımız olmadı. Askerler silah donanımı ve beslenme açısından yetersiz görünüyorlardı.
Türkiye'yi ve Türkleri de hiç tanımıyorduk. Çıkartıldığımızda bile askeri yöneticiler bize hiç bilgi vermemişlerdi. Hedefimiz, amacımız neydi onu bile tam bilmiyorduk."
Avustralya ve 1891 doğumlu 11. Hafif Süvari Birliğinden. Yüz yaşında. Yarımadayı son ikiyüz kişiyle terk edenlerden. Bir çok mücadeleye katılmış. Çeşitli çarpışmalarda görev almış: E.W.BARTLETT.
"Onlar da bizim gibi ülkeleri için savaşıyorlardı. İyi ve dürüst savaşçılardı. Hayır. Çok dürüst çarpıştılar ve bizim gibi dürüst kuvvettiler. (Savaşta) Her iki taraftan da değerli insanlar kaybedildi."
Avustralyalı 1884 doğumlu. 97 yaşında. 28. Birlikden Gelibolu Yarımadasına Temmuz 1915'te çıkmış. Kasım sonunda şiddetli dizanteri nedeniyle hastalanmış. Conkbayırı çarpışmalarına katılmış: C.J.HAZLITT.
"Avustralya'yı terk ettiğimizde Türkiye'ye gideceğimizi bilmiyorduk. Gerçekte, Fransa'ya gideceğimizi düşünüyorduk. Ben işaretçi ve koşucu idim. Normal bir 24 saatlik yaşamımız vardı. Türklerle bizzat temasım olmadı. Türklerin dürüst savaşçılar olduklarını düşündüm. Esirlere de çok iyi bakıyorlardı. Gelibolu'da kaldığım süre içinde Türklerin herhangi bir çirkin ya da alçakça tutum ve eylemini işitmedim. Oysa daha sonra gittiğim Fransa'da deneyimlerim çok farklı oldu. Tüm harekatın, iki taraftan da binlerce kaliteli genç insanın katliamı olduğunu bir sonuç vermediğini düşünüyordum. Savaş da zaten budur."
Anzak kuvvetlerinin 11.Birliğinden olan ve 6 Mayıs-10 Haziran 1915 tarihleri arasında Gelibolu Yarımadası'nda siper savaşlarına katılan William Daniel Devis ise o günleri şöyle anlatmaktadır:
"Avustralya birlikleri ülkeden ayrıldıklarında nereye gidecekleri belli değildi. Türkiye ile savaşta değildik. Ateşkes sırasında ölülerimizi gömerken, bir kez görebildim onları. Sonrası, gene savaştı...
(Türkler hakkında) Özel ve kesin bir düşüncem yoktu. Sadece onlar bizi, biz de onları öldürmeye çalışıyorduk. Yaralanıp erken döndüm. Sağ dönebildiğime seviniyorum. Ülkem için elimden geleni yaptığıma inanıyorum. Birçok arkadaşım benim kadar şanslı değildi.
Verdiğimiz örneklerde de görüldüğü üzere, savaşa bizzat iştirak eden bu insanların, kim olduklarını dahi bilmediği, sadece Türkleri savaşta tanıma imkanı bulmalarına rağmen, Türkler hakkındaki düşünceleri olumsuz değildir. Aksine Türkleri yüceltmişlerdir.
Anzaklar Çanakkale'ye gelmeden önce Türklerin barbar insanlar olduğunu düşünüyorlardı. Gelibolu'da yapılacak çıkarmaya gelen bu insanlar bu duyguları bir kenara bırakmış, geri dönerken bu düşünceleri değişmiş. Türklerin, barbar değil, tam tersine, esire dahi misafir hürmeti gösteren, kahraman ve iyi niyetli insanlar olduğu imajı doğmuştur. Zaten Avustralya'nın çalışmak için ülkeye işçi olma talebini ilk önce Türkiye'ye yapması bu imajın en iyi göstergesidir.
Çanakkale Cephesi'nden (Gelibolu'dan) çekildikten sonra, tekrar Mısır'a intikal eden Anzak Kolordusu, burada Avustralya ve Yeni Zelanda'dan gelen yeni kuvvetlerle takviye edilerek iki kolordu haline getirilmiştir.
Bu kolordulardan biri Ortadoğu Cephesi'nde Türk ordusu karşısında savaşmak üzere kalmış, diğeri ise Fransa'ya nakledilerek Batı Cephesi'nin İngilizler tarafından tutulmakta olan kuzey kesiminde görevlendirilmiştir.
Anzakların Gelibolu Yarımadası'ndaki savaşlarda verdikleri kayıp; 26.094'ü Avustralyalı, 7.571 i Yeni Zelanda'lı olmak üzere toplam 33.665'tir.
Çanakkale savaşları sırasında İngilizlerin hazırlamış olduğu ordularda yer alan bu Avustralyalı ve Yeni Zelandalı insanlar, hiç tanımadığı topraklarda ve hiç bilmediği insanlarla, ayrıca neden ve hangi amaçla savaştıklarını dahi bilmeden, mücadele vermiş, bu mücadele sonucunda, kendi topraklarını savunmak istemekten başka hiçbir amacı olmayan Türk insanının (askerinin) kanını dökmek, aynı ölçüde kendi kanlarını da akıtarak, ellerinde koca bir hiçle savaşa son vermişlerdir.
Bu savaş sırasında Anzakların tek kayda değer elde ettikleri, "dominyon halklarına ve Anzakların, kendilerinin bir sömürge insanı değil, milli bir karakter taşıyan insanlar oldukları duygusunu da kazandırması"dır.
Murat YILDIRIM