Albert Camus
Kısaca: 1913-1960 yılları arasında yaşamış olan Fransız düşünür ve romancı. Temel eserleri: La Chute [Düşüş]. L’Homme Revolte [Başkaldıran İnsan], La Peste [Veba]. ...devamı ☟
Düşünsel gelişimi iki ayrı döneme ayrılan Camus, birinci dönemde, dünyanın saçmalığı ve yaşamın anlamsızlığı konuları ve dolayısıyla, saçma kavramı üzerinde, buna karşın ikinci dönemde başkaldırı konusu ve buna bağlı olarak, dünyanın anlamsızlığına başkaldırmak, toplumu değiştirmek, kötülükleri gidermek ve daha iyi bir düzen kurmak amacıyla eylemde bulunma temaları üzerinde durmuştur. Ona göre, dünyanın saçmalığına, kaçınılmaz yenilgiyi bile bile kötülüklere karşı çıkmak, yaşama anlam katmaktan başka bir şey değildir.
Felsefesi tümüyle etik bir çizgide gelişmiş olan Camus, felsefe tarihinin geçmişinden kalan spekülatif sistemlerden hiçbirinin insan hayatı için bir rehber olma rolü oynayamadığı gibi, insanın sahip olduğu değerlerin geçerliliği için de bir teminat sağlayamadığını söyler. Başka bir deyişle, insanın daima dünyanın değerleri, kişisel idealleri ve doğru ve yanlışa dair yargıları için bir temel sağlamasını istediğini söyleyen, dünyanın insana ve insani özlemlere kayıtsız oluşunu; mutlu olmak isteyen, mutluluk isteğini yüreğinin en derinlerinde hisseden insanın dünyanın akıldışı sessizliğiyle çarpışması durumunu saçmalık (absurdit) olarak değerlendiren Camus’ye göre, geçmiş çağlarda benimsenmiş olan ahlaki tavırlar, insanın mutluluk özlemi ve başkaca etik idealler, insani değerlerle gerçekliğin doğası arasında belli bir uygunluk ya da ahenk bulunduğu inancına bağlıydı. Buna göre, ahlaki ayırımları geçerli kılan dış destekler geçmişte teleolojik bir dünya görüşü, ama özellikle de din tarafından sağlanmaktaydı. Modern dönemde dini inancın çöküşünün ardından doğan boşluk, onun “laik dinler” adını verdiği ilerlemeci tarih felsefeleri tarafından doldurulmuştur. O, Hegel ‘le Marx’ın, insani değerleri gerçekliğe bir tarihsel gelişme ve ilerleme öğretisiyle bağlamaya yönelik teşebbüsler olarak yorumladığı tarih öğretilerinin iflas ettiğini söyler.
Bu saçma görüşünden de mutlak bir nihilizmin çıkması kaçınılmaz olmakla birlikte, Camus bu yola girmekten ısrarla sakınmış ve modernliğin sonucu olan nihilizm batağında boğulmak yerine, saçma deneyiminden bir başkaldırı etiği ve hatta bir dayanışma bilinciyle bir duygudaşlık ahlakı türetebilme uğraşı içinde olmuştur.
Fakat o, yeni bir etik formüle etmeye kalkışmazdan önce, saçmadan kaçmanın gerçekte kabul edilemez olan sözde yollarının çözümsüzlüğünü göstermenin kaçınılmazlığını vurgulamıştır. Camus’ye göre, saçmanın tahammül edilmez ve hatta dehşet verici bunaltısıyla yaşayamayan insan, saçmalığın yol açtığı mahkumiyetten kurtulabilmek için birtakım çareler arar. Saçma, bir tarafına insanı, diğer yanına ise dünyayı yerleştireceğimiz iki terim ya da kutuplu bir ilişki veya böyle bir ilişkinin sonucu olan durum ya da yaşantı olduğundan saçmayı ortadan kaldırmanın bilinen iki yolu vardır: Kutuplardan biri ya da diğerini ortadan kaldırmak, yani ya insanı ya da dünyayı yok etmek. Camus bunlardan her ikisini de, birine tinsel ya da felsefi, diğerine ise fiziki adını vererek, intihar şeklinde tanımlar.
İntiharın her iki durumda da asla bir çözüm olamayacağını, tam tersine insanın saçmaya teslimiyetini teyit ettiğini savunan Camus’a göre, insan insani durumundan, yazgısından kaçmak, saçmadan bir şekilde sıyrılmaya çalışmak yerine, kaderine dürüstçe boyun eğmeli; insani durumuna bir yandan başkaldırırken, bir yandan da onu tüm sonuçlarıyla birlikte, yüce gönüllülük içinde kabul etmelidir. Bunu yapan insan hiç kuşku yok ki saçma bir insan, fakat aynı zamanda bir kahramandır; onun hayatı da, değerin olmadığı bir dünyada, ahlaklı ve erdemli bir hayattır. Zira Camus, saçma bilincinin, hayatın saçmalığının mutlak bir saydamlık içinde farkına varmanın, insanı üç temel erdeme götürdüğünü söyler: Başkaldırı, özgürlük ve tutku.
Bunlardan başkaldırı, insanın anlamdan yoksun bir dünya içindeki durumuyla ilgili çıplak hakikate direnmesi veya meydan okuması anlamına gelir. Hem bilinci ve hem de akıldışı dünyayı koruyan, biri olmazsa diğerinin de olamayacağını gösteren, hayata hem gerçek değerini veren, hem de ona meydan okuyan bir araç olarak başkaldırı saçmayı yaşatır. Başkaldırı, ona göre, bir değer oluşturma faaliyeti olup, insanın kendisini aşmasını sağlar. Umutsuz olsa da, hiçbir şekilde teslimiyet içermeyen bu direniş ve başkaldırı, bundan dolayı insan hayatına belli bir büyüklük ve mana kazandırır, onu değerle bezer: “Bir baş-kaldırma davranışında birbiriyle ilişkisi olan üç değerin ortaya çıktığı hiç olmazsa kesin bir gerçektir. Birincisi, saçmaya karşı başkaldırma bir insanın yeniden kendi kendini buluşudur. Başkaldırma insana içinde önemli saydığı bir parçanın varlığını açıklar, o bu parça ile bir insan varlığı olarak kendi özünü tanır, ve onun adına varlık saçmalığının karşısına dikilir. İlk çıkan değer insanın birey olarak değeri, yalnız böyle bir davranışın gösterebileceği ve uygulayabileceği insan güçleridir. Ancak birey bu değerin onu bir insan varlığı, insanlığın bir parçası durumuna getirdiğini görmüştür. Böylece başkaldırma kişisel alınyazısını aştığı gibi, genel olarak insanın niteliğini de aşacak-tır. Sonuçta, evrensel insan niteliğine benzeyen bir şey de başkaldırmanın ortaya çıkardığı ikinci değerdir.” Bu, Camus’ye göre, üçüncü değere, yani insanlar arasındaki dayanışmaya götürür. O işte tam olarak burada ünlü Kartezyen formülün yerine kendisininkini koyar: “Başkaldırıyorum, o halde varız” der ve durumu şöyle özetler: “Başkaldırma her ne kadar, hiçbir şey yaratmadığı için ilk görünüşte olumsuzsa da, derinden derine olumludur, çünkü insanda her zaman için korunması gereken öğeleri ortaya çıkarır.”
Saçmayı kabul edip tanıma, ikinci olarak insanı alışkanlık ve uzlaşımdan kurtarır; insan bu sayede en azından içsel olarak özgürleşir ve her şeyi yeni baştan ve yeni bir ışık altında görmeye başlar. Özgürlüğünün bilincine varan, saçmaya ve insani sınırlara bağlı özgürlüğü tadarı insanın, başka bir deyişle, bu dünyadaki durumunda ve hayatı yaşama şeklinde artık eskisinden farklı bir tarz ortaya çıkar: “Bu yeni durum, yarın diye bir şey olmadığı için, mevcut anı yaşama ve bu yaşamayı arıların birbirini takip edişi içinde gerçekleştirme, hayata bağlanma biçiminde dur. Bu istek, şimdiki anı ve birbirini takip eden anları yaşama isteğidir.
Camus tutkuyla da, saçmalıktan kaçmak yerine, onu mutlak bir açıklıkla karşılamayı, saçmayla tam bir bilinç saydamlığı içinde hesaplaşmayı, hayatı olabildiğince yoğun bir biçimde yaşamayı anlatmak ister. Başka bir deyişle, insan kısa olan hayatını en iyi şekilde değerlendirmeli ve bu dünyadan ibaret olan ülkesinde hiç zaman yitirmemelidir. İnsanın hazır bulduğu değerler bulunmadığına, evrensel bir ahlak sisteminden bahsedilemeyeceğine göre, önemli olan somut ve bireysel hayattır; iyi yaşamak değil, fakat çok yaşamaktır. Saçmanın farkına varan ve ölüm bilincine ulaşan insan, tecrübelerinin niceliğine önem vermek, deneyimlerinin niceliğini en üst düzeye çıkarmak durumundadır.
Camus’nün bu erdemleri örnekleyen, kendisinin salık verdiği hayatı yaşayan, onun saçma insanı ve hayatını karakterize eden kahramanı Sisyphos‘tur. Sisyphos, Yunan mitolojisinin yalancı, düzenbaz, tanrılardan kaçan, onları hor gören, tanrılar tarafından, bir daha böyle işlere kalkışacak zaman bulamaması için, bir kayayı hiç durmadan bir dağın tepesine çıkarmaya mahkum edilmiş kahramanıdır. Buna göre, Sisyphosun temsil ettiği saçma insan, saçmayı kabul etmekle birlikte, ona meydan okuyarak yaşayan insan, Tanrı’sız insandır; o, Tanrı’sız olduğu için de, yarınsız ve umutsuz insandır. Onun kendine ait birtakım doğruları vardır, elbet. Bu doğruların en belli başlıları, ölümün bir son olduğunun bilinmesi, insan için biricik hakikatin saçma olduğunun farkına varılması, asla boyun eğilmemesi gereken bir alınyazısına sahip olunması, umutsuzluk ve kötülüktür. O, bu doğruları dürüstlükle kabul eden, saçmayı anlayan, ama kaderine de hiçbir şekilde boyun eğmek istemeyen biridir. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, ölümü değil, fakat hayatı seven ve kendini başkaldırıda doğrulayan ve olumlayan insan, işte o saçma insandır. Saçma insan yaşanmaya değmeyecek bir hayatı kendisi ve başkaları için yaşanmaya değer bir hayat haline getirmeye çalışan bireydir. O kendini çeşitli alanlarda ve çeşitli şekillerde gerçekleştirmeye çalışarak mutlu olmanın yollarını arar.
Bununla birlikte, saçma insanın mutluluk özlemi kendisine yabancı bir dünyada boşluğa çarpar. O başkalarına ve dünyaya yabancı olduğu için tek başına, yapayalnızdır. Dolayısıyla, o saçmalığın farkındadır ve gideceği başka bir yer yoktur. Yani, o içgüdüsel olarak mutlu olmak isteyen, hayatının sınırsız olarak sürmesini özleyen, başka insanlarla ve dünyayla ilişki kurmaya çalışan, ama bu isteklerinin gerçekleşmediğini gören, bu durumu bütün açıklığıyla karşılayan ama bu durum karşısında, tıpkı kayayı her seferinde tepeye çıkarmak için ölesiye bir mücadele veren Sisyphos gibi, ne yapabileceğini araştıran insandır. Onun durumu bu haliyle hem saçma ve hem de trajiktir. Gerçekten de Camus’ye göre, Sisyphos’un durumu dünyadaki insanların durumudur. Bununla birlikte, Sisyphos’u yücelten şey, onun durumunun bilincinde olmasıdır. İşte durumu trajik hale getiren şey de, söz konusu bilinçtir. Sisyphos, saçma ve trajik durumuna rağmen, mutludur, zira yazgısını kabullenmiş olup, durumunu bilir. Mutlu olmak için zaten saçmaya gerek vardır: “Bir tek dünya var, yalnızca. Mutluluk ve uyumsuz [3] aynı yeryüzünün iki oğlu. Birbirlerinden ayrılamazlar.”
Camus bizden Sisyphos’un mutlu olduğunu düşünmemizi ister, çünkü o başkaldırabilmiş, cezasını kendi kaderi yapmış, kayayı kendi kayası haline dönüştürmüş birisidir. “
Albert Camus Resimleri
Yabancı (Albert Camus romanı)
7 yıl önceYabancı (Fransızca: L'Étranger), Albert Camus'nün edebiyat alanında en önemli yapıtıdır. 1942 yılında yayımlanmıştır. Öyküdeki her şey çok kısa bir zaman...
Yabancı
3 yıl önceYabancı şu anlamlara gelebilir: Yabancı (Albert Camus romanı) - Albert Camus romanı Yabancı (Dinis Bülekov romanı) - Dinis Bülekov romanı Yabancı (öykü)...
Yabancı, Dil, Taslak, YabanSisifos Söyleni
3 yıl önceSisifos Söyleni, Fransız yazar ve düşünürü Albert Camus'nün II. Dünya Savaşı ortasında yayımlanan deneme kitabıdır. 1942 yılında Fransa'da Le Mythe de...
Sisifos Söyleni (kitap), Albert Camus, Homeros, Saçma, Sisifos, Yaşam, Yunan mitolojisi, İkinci Dünya Savaşı, İntihar, UyumsuzAbsürdizm
3 yıl öncekökenleri 19. yüzyıl Danimarkalı filozof Søren Kierkegaard'a dayanır. Albert Camus'nün Sisifos Söyleni'yi yayınlanmasıyla absürdizmin sınırları belirlenmiş...
Absürdizm, 19. yüzyıl, Albert Camus, Danimarkalı, Dönüşüm (öykü), Düşüş (kitap), Evren, Felsefi, Fransa, Franz Kafka, Godot'yu Beklerken (kitap)Veba (roman)
7 yıl önceVeba (Fransızca: La Peste), Albert Camus'nün 1947 yılında yayınlanan romanıdır. Camus, romanda, Cezayir'deki Oran şehrinde yaşanan veba salgınını çeşitli...
Ayberk Erkay
7 yıl önceİsyan - Albert Camus (Can Yayınları) Yanlışlık - Albert Camus (Can Yayınları) Sıkıyönetim - Albert Camus (Can Yayınları) Caligula - Albert Camus (Can Yayınları)...
Düşüş (roman)
7 yıl önceAlbert Camus'nun 1956 yılında yayımladığı Düşüş; modern insanın, kendi bencillik ve çâresizliklerini adım adım görmek zorunda kalışının ve çelişkilerinin...
Mutlu Ölüm
7 yıl önceMutlu Ölüm, Albert Camus'nün 1930'ların sonunda tasarlayıp oluşturduğu, ancak ölümünden sonra yayımlanan/yayımlanabilen romanıdır. Bunun sebebinin yazarın...