İslamiyet'i kabulden sonra kurulan Karahan, Gazne ve Selçuklu devletlerinde, adli teşkilatın, İslam hukukunun tesiriyle bağımsızlığa kavuştuğu görülür. İslam hukukunun esas alındığı eski adli teşkilat, Osmanlı Devleti zamanında gelişmesini tamamladı.
Osmanlı Devleti adliye teşkilatının başında, şeyhülislam bulunurdu. Şeyhülislamdan sonra gelen ikinci büyük makam, Kadıaskerliktir (Kazaskerlik). Ordunun adaletle ilgili işlerine bakan bu makam, diğer adli işlerde de üst yargı makamı ve şeyhülislamın yardımcısı idi. Birinci Murad zamanında kurulan bu makama, ilk defa, Bursa kadısı Çandarlı Kara Halil Paşa getirildi. 1480’den sonra kazaskerler, Anadolu ve Rumeli kazaskerleri olmak üzere ikiye çıkarıldı. On yedinci yüzyıla kadar, kazaskerler, veziriazamın teklifi üzerine tayin edilirdi. Daha sonra, tayin yetkisi, veziriazamın onayı olmak şartıyla şeyhülislama verildi.
Adalet teşkilatının üçüncü basamağında kadı bulunurdu. Kadılık, İslam hukukunun uygulanmasıyla görevli makamdı. Kadıya, dini hükümlere göre hükmetmesinden dolayı, hakimü’ş-şer' denirdi. Başlangıçta İznik ve Bursa’da olmak üzere, iki kadılık vardı. Daha sonra, ele geçirilen yerlerde yeni kadılıklar kuruldu. Kadı, şer'i mahkemelerin başı idi. Kadılar arasında, yukarıdan aşağıya doğru inen derecelenme vardı. Bunlar, başlıca iki sınıfa ayrılırdı. Birincisine kaza kadıları, ikincisine sancak ve eyalet kadıları denirdi.
Şer’i mahkemelerde, kaza kadısı adına, değişik görevlerde bulunan kimselere “naib” denirdi.
Osmanlı adalet teşkilatı tamamen bağımsız olup, adalet işleri, ilmiye sınıfının elinde idi. Kadı, aynı zamanda belediye reisi idi. Mahkemeler, şeyhülislamın kontrol ve yetkisinde idi. Rumeli ve Anadolu kazaskerleri, şeyhülislamın yardımcıları idi. İkisi de Divan-ı hümayun üyesi, yani bakan idi. Kazaskerler, ayrıca haftada 5 defa, makamlarında, yüksek davalara bakarlardı.
Rumeli civarındaki kadılar Rumeli, Anadolu (Asya) tarafındakiler Anadolu kazaskerine tabi idiler. Kadı, dava esnasında müftiye (fetva veren kişi) danışabilirdi. Ancak, bunun fetvası ile bağlı değildi. Müftinin fetvası, adli sicile işlenir ve kadı'nın teftişi de dikkate alınırdı. Bir kadı'nın verdiği kararı, ancak İstanbul’daki kazaskerler, yahut Divan-ı hümayun temyiz edebilirdi. On sekizinci asrın başına kadar Osmanlı Devletinde siyasi, dini, mali, askeri, örfi ve şer’i bakımdan birinci derecedeki merci, Divan-ı hümayundur. Divan-ı hümayun öyle bir yerdi ki, burada, dil, din, mezhep, milliyet bakımından insanlar arasında hiç fark gözetilmezdi. Devletin her yerindeki kişiler, haklarını aramak için Divan-ı hümayuna baş vurabilirdi. Bu durumda divan, bir yargıtay veya yüksek mahkeme manasına gelmektedir. Divan-ı hümayun üyeleri, aynı zamanda yüksek adaleti bilen kimselerdi. Budin’deki vatandaşın, İstanbul’da temyiz davası açması zordur. Herhangi bir haksızlığı, halkın, toplu olarak, o bölgenin en büyük mülki amirine, yani sancak beyi veya bizzat beylerbeyine şikayet etme hakkı vardır. Mülki amirce mutlaka müfettiş tahkikatı yaptırılır; bilerek veya rüşvetle haksız hükmettiği anlaşılan kadı'nın istikbali mahvolurdu.
Tahsilsiz sadrazam olunabilirdi; ancak, medreselerin en yüksek kısmından mezun olmadıkça, kadı olunamazdı. Memleket dahilinde 2500 kadar kaza (ilçe) vardı. Kadı; hakim, kaymakam ve belediye başkanı vazifelerini görürdü. Kazalar, nahiyelere bölünürdü. Nahiyedeki kadı yardımcısı olan naib, hakim, belediye başkanı ve nahiye müdürü vazifelerini görürdü. Sancak merkezlerinde (il) “molla” denilen büyük kadılar bulunurdu. Bunlar, buraların hakimi ve belediye başkanı idiler. Eyalet merkezi olan büyük şehirlerde “büyük molla” denilen kadılar vazife görürdü.
Osmanlı Devletinde, tevzi edilmeyen (yerine getirilmeyen) adalet, adaletsizlik sayılırdı. Osmanlı Devleti’nin hızlı yargıdaki şöhreti, bütün dünyada biliniyordu. D’ohsson; “iki veya üç celse nadirdir. Ekseri davalar, bir celsede hükme bağlanır” demektedir. Ricault; “En mühim davalar, bir saat içinde hükme bağlanır. Hüküm, derhal infaz edilir. Avrupa’da olduğu gibi, hükmü geciktirecek oyunlardan hiçbiri tatbik edilmez” demektedir.
Uyuşmazlık, mahkemeye gitmeden aile meclisi, eşraftan zatlar, esnaf kethüdaları (sendika başkanları) tarafından çözülürdü. Halkın yapısı, ihtilaf çıkarmaya müsait değildi.
Kazasker mahkemesinde kararı bozulan kadı, çok kötü sicil almış olurdu. Terfi imkanı kapanırdı. Eğer, kararının bozulma sebebi, rüşvet alması ise, kadı, ulema mesleğinden çıkarılırdı.
On altıncı yüzyıla ait bir teftiş evrakında, kadıların halka eziyet, rüşvet alma, kadılık bölgesini terk etme, yazmış olduğu hüccetlerde (delillerde) karışıklık olması, savaş zamanlarında ihmalkar davranma gibi sebeplerle görevlerden alındığı yazılmaktadır.
Şer’i mahkemelerin yanında Müslüman olmayan tebaanın davalarına bakan mahkemeler de vardı. Tanzimat'la birlikte, ticaret mahkemeleri kurulmuştur. Yine Tanzimat'la gelen yeniliklerden olarak, batı usulünde kurulan adliye teşkilatının bağlı olduğu en yüksek makam, Adliye Nezareti olmuştur. Bu nezaret, 1868’de kurulmuştur.
Cumhuriyet devrinde ise adliye teşkilatının başına, 3 Mayıs 1920’de, Adliye ve Mezahib Vekaleti getirildi. Daha sonra bu, Adalet Bakanlığına dönüştü.