Gerçek, en kısa tanımıyla somut ve nesnel olandır.
Gerçeklik de, gerçekten hareketle kullanılan, gerçek olarak varolan şeylerin tümünü ifade eden bir kavramdır.
İnsan duyu organları aracılığıyla olayları, görünüşleri algılar, bu algıladıklarını kendince dönüştürür ve değerlendirir. Böylece nesnel gerçeklik algılanır. Duyularımızla algılananlar bilincimizde bir işleme tabi tutularak kendince dönüştürür. Öyleyse her imge gücünü nesneden yani gerçeklikten alır.
Şiirde, daha yerinde bir ifadeyle sanatta gerçeğin dönüştürülmesi söz konusudur. Ancak bu dönüştürme bilimden, felsefeden ve gündelik hayattan daha farklıdır. Gerçeği ve gerçekliği görme, algılama ve kavramada kusurlu ve eksik olanların söz konusu dönüştürme işinde başarılı olamayacakları ortadadır.
Şiire özgü gerçekliğin temelinde yaşanan gerçeklik ve onun prensipleri vardır. Ancak buna bireysel yaklaşım söz konusudur. Birey, yaşadıklarıyla, sezgileriyle, tasarılarıyla, izlenimleriyle gerçekliği algılar ve kendine göre dönüştürür.
Gerçeklik her türlü bireyselliğin kesiştiği noktadır. Bilimsel ve pratik gerçeklik hayatın içinde paylaşılır.
Şiirde de doğal olarak, yazıldığı dönemde her türlü bilimsel ve pratik gerçeklikten yola çıkılarak, daha üst seviyede kapsayıcı bir gerçeklik kurulur. Bu kuruluşta, kişinin sezgileri, tasarıları, hayalleri, bilinçaltı zenginlikleri bir araya gelir.
Şiirsel gerçek, bireyin her türlü yetenek ve kazanımıyla her şeyi ve her hali anlama, yorumlama ve değerlendirmesi sonucu ulaşılan bir üst gerçekliktir. Bunun için onda düşünce, sezgi, tasarım, coşku, izlenim vb. bir aradadır. Şiirsel gerçeğin ifade aracı da imge ve sestir.
İşte bu gerçekliğin ifadesinde dil göstergeleri yeni anlam ve değer kazanırlar, duygu ve çağırışım değerleriyle üzerinde durulan konuyu zenginleştirirler. Böylece zaman zaman adeta yeni bir dil ortaya çıkar
Şiir öğretmeyi, anlatmayı, göstermeyi ikinci plana iter; çağrıştırmayı ön plana çıkarır. Çok defa kelimeler ses, söyleyiş ve anlamlarıyla kendi anlamlarının dışında başka şeyleri çağrıştırırlar. Çağrışım da kişiden kişiye değişir. Zaten şiirde dil, şiirsel işleviyle kullanılır. Böylece de yeni ve farklı bir iletişim aracı oluşur. Bu geniş anlamıyla edebi metindir. Şiir ise sözü edilen özelliklerin daha uygun görüldüğü ve yaşandığı metin türüdür.
Her şiir, her okuyucuda farklı duygular uyandırır. Ancak belirli dönemlerde yazılmış birçok metnin ortak yönleri olduğu hissedilir, belirlenir. Bir şiirin her okunduğunda yeniden yorumlanabilmesi yan anlam değeri bakımından zengin olmasına bağlıdır.
Şiir kendisine özgü bir iletişim aracıdır. Bu iletişimde yan anlam ve çağrışımlar daha önemlidir. Ama ne olursa olsun bir iletişim söz konusudur. Her iletişimde de gönderici alıcıya bir şeyler söyler, bir şeyler aktarır. Bu söylenen ve aktarılanların anlamı yoksa saçma olur. Çünkü anlamsız şey saçmadır.
Anlam; bir dil biriminin ilettiği, uyandırdığı, düşündürdüğü, sezdirdiği, çağrıştırdığı kavram, tasarım, düşünce ve sezgidir. Öyleyse şiirde anlam üzerinde durulurken şiir metninin ilettiği kavram ve bilgiden değil o metnin düşündürdüklerinden, sezdirdiklerinden, çağrıştırdıklarından söz etmek gerekir. Bu da dilin şiirsel işleviyle gerçekleşen iletişimin özelliğidir.
Bunun için şiirde yan anlam değerinden söz etmek gerekir. Yan anlam da sözlüklerde yazılmaz. İfadenin, söyleyişin coşkusu, çağrışım ve duygu değeri üzerine kurulur.
Yan anlam, geniş ölçüde dil göstergelerinin duygu değerine ve çağrışıma dayanır.
Şiir dili doğal dilden hareketle böyle bir anlam yaratmak ve iletmek üzere düzenlenir. Şiir dili, doğal dilden hareketle kurulan yeni bir dildir derken şiirdeki anlamın da ilk anlamdan bir sapma olduğunu söylemiş oluruz. Bu anlam da öğretmez, göstermez, çağrıştırmaz, hissettirir ve sezdirir. Bunun için şiirde yan anlam üzerinde durmak gerekir. Bu da dil birliklerinin ifade ettikleri duygu ve çağrışım değerinden gücünü alır.
Şiirde Gerçeklik ve Anlam Konusunda Örnek Metin İnceleme:
YAŞARKEN Ağaçların daha bu bahçelerde Bütün yemişleri dalda sarkıyor; Umutların mola verdiği yerde Geceler bir nehir gibi akıyor.Ahmet Muhip Dıranas
Bu şiirdeki gerçekliği bulabilmek için, dilini çözümlemek, yapısı ve teması üzerinde durmak, temanın bireysel ve sosyal alanla ilişkisi üzerinde düşünmek gerekir.
Şiirde, yaşanan hayatla ilgili bir gerçeklik hareket noktasıdır. Dünyada insanlara her türlü nimet sunulmuştur. Umutsuzluğa düştüğümüz an bizi sayısız tehlikeler bekler. Bu cümleler gündelik hayatla ilgili bir gerçekliği ifade eder. Şiirde bu gerçeklik farklı bir söyleyişle ve farklı biçimde dile getirilmiştir.
Aşağıdaki iki dizeyi okuyalım:
Ağaçların daha bu bahçelerde Bütün yemişleri dalda sarkıyor.
Yukarıdaki dizelerde dünya nimetlerinin hemen hemen hepsinden söz edilmiştir. Bahçe, ağaç, meyve bolluğu, dünyadaki düşsel şeyleri ifade etmektedir. "Daha" kelimesi zamanla ilgilidir. "Bütün" de çokluk ve çeşitlilik bildirir. Her okuyucu bu dizelerden hareketle bildiği dünya güzelliklerinin tamamını düşünebilir. Bu bolluğa, bu güzelliğe rağmen insan umutlarını bir an olsa kaybetse sayısız tehlikelerle karşı karşıya kalır. Ama bu, şiirde umutların mola vermesi, "gecelerin nehir gibi akması" söz gruplarıyla dile getirilmiştir.
Yakandaki kıtada "bahçe" sözüyle belirli bir bahçe değil dünyadaki güzellikler ifade edilmiştir. "Bahçe, ağaç, yemiş, daha, bütün, sarkıyor" sözleri birlikte dörtlüğün ilk dizesine yeni bir anlam değeri kazandırıyor. Bu yan anlamdır. "Bolluk, bereket, güzellik, zenginlik" kelimeleriyle ilgili her türlü anlamı ve hayali düşündürür. Umutlar mola vermez, insan mola verir, dinlenir. Mola vermede; ara verme, akışı durdurma söz konusudur. Umutların mola vermesi", kısa bir sürede olsa insanın umutsuzluğa düşmesi yerine kullanılmıştır. Burada yolculukta verilen moladan söz edildiği "yerde" kelimesiyle belirtilir. "Gece, nehir ve akıyor" kelimeleri yalnızlığı, bir benzetmeyi değil, birlikte umutsuzluğun getireceği her türlü tehlikeyi çağrıştırır.