Gelişimi
Türk-İslam Sentezi'nin fikir babalığını 1970'te kurulmuş olan Aydınlar Ocağı yapmış ve bu kuramı Türkiye için bir kültür çerçevesi oluşturmak amacıyla ısrarla savunmuştur. Aydınlar Ocağı bu kuramı güçlenmekte olan Türk solu'na ve Sovyet tehditine karşı ortaya atmıştır.
Bir yandan ABD'nin "Yeşil Kuşak" oluşturma çabası, bir yandan da içte toplumsal desteği sağlamak açısından 12 Eylül 1980 darbesini gerçekleştirenler Türk-İslam Sentezi'ni kendilerine yakın görmüşler ve "uygulanabilir" kabul ederek harekete geçmişlerdir. Bir bakıma Aydınlar Ocağı çevresi 12 Eylül'e destek olurken 12 Eylül'de Aydınlar Ocağının fikirlerini yaşama geçirmiştir. 1980-82 arası askeri iktidar döneminde Türk-İslam Sentezi idareciler tarafından büyük oranda desteklenmiştir. Bu kurama dayanan politikalar yürürlüğe sokulurken, kilit kurumlara Aydınlar Ocağı'nın önde gelen isimleri yerleştirilmiştir.
Milli Kültür Politikası
Türk-İslam Sentezi Turgut Özal iktidarı döneminde de gündemde kalmayı sürdürmüştür. Bu husustaki en önemli dönüm noktası, 12 Eylül yönetiminin kurduğu "Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurulu"nun 1986 yılının Haziran ayında toplanarak bir rapor benimsemesidir. Toplantıya Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Başbakan Turgut Özal, Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ, YÖK Başkanı İhsan Doğramacı ve Yüksel Kurul üyeleri katılmış ve burada "kültür unsurlarının ve kültür politikasının tespitinde uygulanacak yöntem ve sorumluluklar" başlıklı rapor görüşülerek bir milli kültür politikası belirlenmiştir.
Benimsenen yeni milli kültür politikasının temelinde Türklük ve İslamın milli kültürün iki temel kaynağı olduğu anlayışı yatıyordu. Bu politikaya göre Türkiye yabancı özellikle de emperyalist kültür saldırısı altındaydı. Bu saldırıları savuşturmanın en etkili yolu olarak Türk-İslam Sentezi öneriliyordu. Buna göre İslam olmadan Türklerin kimliklerini korumaları mümkün olmadığı gibi, Türklere en uygun din de İslam'dı. Tarihsel süreç içerisinde ekonomik ve toplumsal gelişmeler doğrultusunda evrilen kültür anlayışı reddedilerek değişmeyen bir kültürel "öz"ün bulunduğu ve bunun herzaman korunması gerektiği söylenmekteydi. Bu işlevi devlet yerine getirecek ve "milli kültür" devlet eliyle yaygınlaşacaktı.
İki öğeden oluşmasına karşılık bu yaklaşımda ağırlık dönemin iç ve dış siyasal koşullarının etkisiyle İslam öğesine verilmeye başladı. Bu öğeyi Atatürkçülükle görünürde de olsa bağdaştırma çabası içine girildi. Bu çaba Türkiye'deki sol ve Atatürkçü kesim tarafından laiklik ilkesinin sulandırılması olarak eleştirildi.
1990'lar ve Bugün
1980'lerde Türk-İslam Sentezi'ne ağırlık verilmesi 1990'larda etkilerini göstermeye başladı. İmam-Hatip okullarının sayısının artmasıyla ortaya çıkan sorunların, türban sorununun ve ülke içinde gözlenen laik-dinci kutuplaşmasının Türk-İslam Sentezi'ne aşırı ağırlık verilmesinden kaynaklandığı yönündeki fikirler hem yurtdışı hem de içinde yapılan araştırmalarda geniş ölçüde kabul görmeye başladı.