İmam-I Rabbani

Kısaca: Hindistan’da yetişen büyük İslâm âlimi ve büyük velî. Adı, Ahmed bin Abdülehad’dir. 1563 (H. ...devamı ☟

İmam-ı Rabbani
İmam-ı Rabbani

Hindistan’da yetişen büyük İslam alimi ve büyük veli. Adı, Ahmed bin Abdülehad’dir. 1563 (H. 971) senesinde aşure günü Hindistan’ın Serhend şehrinde doğdu. 1624 (H. 1034) te doğduğu yerde vefat etti. İnsanların, itikad, ibadet ve ahlak hususunda doğruyu öğrenmelerini, öğrendikleri ile amel etmelerini sağlayan, insanları Allahü tealanın rızasına kavuşturmak için rehberlik eden ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen İslam alimlerinin yirmi üçüncü halkasıdır. Hazret-i Ömer’in soyundan olup babası ve dedelerinin hepsi, zamanlarının büyük alimi, salih, faziletli kimseleriydi.

İmam-ı Rabbani hazretleri doğduktan bir müddet sonra hastalanınca babası onu kendi hocası Şah Kemal Kıhteli Kadiri’ye göstermiş, o da; “Korkma bu çocuk çok yaşayacak ve büyük bir zat olacak.” buyurup, elinden tutarak ağzından öpmüş ve manevi feyzlere kavuşturmuştur.

İlk tahsilini babasından okuyup, Arapçayı öğrenmiş, küçük yaşında Kur’an-ı kerimi ezberlemiştir. Sesi güzel olduğundan bülbül gibi okurdu. Çeşitli ilimlere ait küçük kitapları ezberlemiş, sonra Siyalkut şehrine gidip büyük alim Mevlana Kemaleddin-i Keşmiri’den akli (fizik, kimya, biyoloji, matematik vs.) ilimleri gayet iyi okumuştur. Kadı Behlul-i Bedahşani’den de nakli, yani dini ilimleri okuyarak icazet (diploma) almıştır. On yedi yaşındayken tahsilini tamamlayıp, akli ve nakli (kelam, fıkıh, tasavvuf) ilimlerin hepsinden icazet aldı.

Tahsili esnasında babası vasıtasıyla Kadiri ve Çeşti yollarının büyüklerinden feyz aldı. Babası hayattayken, ilim öğretmeye başladı. Bu sıralarda Risalet-üt-Tehliliyye, Risalet-i Redd-i Revafıd, İsbat-ün-Nübüvve ve başka birçok risale ve kitap yazmıştır. Edebiyata çok meraklı olup, fesahatı, belağatı, sür’at-i intikali(çabuk kavrayışlılığı), zekasının üstünlüğü herkesi hayrette bırakıyordu.

Bu kadar ilmi ve herkesin üstünde olgunluğu ile birlikte kalbi Ahrariyye büyüklerinin aşkı ile yanıyor, bu yolda yazılmış kitapları okuyordu. Babasının vefatından bir sene sonra, hacca gitmek üzere Serhend’den yola çıktı. Hindistan’ın hükümet merkezi olan Delhi şehrine gelince orada büyük veli Muhammed Baki-billah hazretlerini ziyaret etti. Huzuruna girince kalbinde bir nur parladı. Mıknatısın iğneyi çektiği gibi çekilip, duymadığı, bilmediği şeyler kalbine doldu. Hacdan sonra uğrayıp istifade etmeyi niyyet ettiyse de, kalbindeki sevgi ve arzu, kendisini bırakmayıp, ertesi gün huzuruna gelerek Ahrariyye feyzine kavuşmak şevkini bildirdi. Edeple ve can kulağı ile hocasının sözlerine ve hallerine bağlandı. Yüksek kabiliyeti ve bütün varlığı ile çalışıp, hocasındaki bütün kemalat, olgunluklar ve üstünlükler kendisinde hasıl oldu. Hocası Muhammed Baki-billah, zamanının büyüklerinden bazı dostlarına yazdığı bir mektupta şöyle buyurmuştur:

“Serhend şehrinden bir genç geldi. İlmi pekçok, her hareketi ilmine uygun. Birkaç gün bu fakirin yanında bulundu. Onda çok şeyler gördüm. Dünyayı nurla dolduracak bir güneş olacağını anlıyorum.”

İmam-ı Rabbani, hocasının lütfu ve himmeti ile iki ay içinde kimsede görülmeyen hallere kavuştu. Birkaç ay sonra hocası Muhammed Baki-billah’tan kayıtsız, şartsız icazet aldı. Böylece tasavvuf ilminde ve hallerinde de yüksek dereceye kavuştuktan sonra memleketi olan Serhend’e dönmesi emrolundu. Hocası talebesinden çoğunun yetiştirilmesini de ona bırakıp, onları da arkasından Serhend’e gönderdi. Hocası onun için şöyle buyurdu: “Kalplere deva, ruhlara şifa olan bu tohumu Semerkand ve Buhara’dan getirip, Hindistan’ın bereketli toprağına ektim. Taliplerin yetişip kemale gelmesi için uğraştım. O (İmam-ı Rabbani) her dereceyi aşıp, üstünlüklerin sonuna varınca, kendimi aradan çekip, talebeyi ona bıraktım.”

İmam-ı Rabbani hazretleri memleketine gelince ilim öğretmeye, tasavvuf ve marifet nurlarını dünyaya yaymaya, talipleri yetiştirmeye ve yükseltmeye başladı. Şöhreti her yere yayılıp, her taraftan aşıkları, onun ilminden, nurundan faydalanmaya geliyordu. Talebelerine Beydavi Tefsiri, Sahih-i Buhari, Mişkat-i Mesabih, Avarif-ül-Mearif, Pezdevi, Hidaye ve Şerhi Mevakıf gibi bazı din kitaplarını ders olarak mükemmel bir şekilde okuturdu. Ömrünün son zamanlarında dahi talebelerine ilim tahsilini sıkı sıkı emreder buna çok önem verirdi. Herkesin kalbini ilim ve nur ile dolduruyor, Muhammed aleyhisselamın dinini canlandırıyor ve kuvvetlendiriyordu. Zamanının padişahlarını, vali, kumandan, alim ve hakimlerini çok tesirli mektupları ile dine, sünnet-i seniyyeye teşvik ediyor, çok alim ve evliya yetiştiriyordu. Allahü teala ona öyle bir ilm-i batın ihsan etmişti ki, kendine mahsus olan ilimleri de cihana yaydı. Hocası da bu yeni ilimlere kavuşmak için huzuruna gelir, hürmetle otururdu. Hatta birgün geldiği zaman, kendisini kalbi ile meşgul görüp, odaya girmedi, hizmetçiye de haber verip, “Rahatsız etme!” dedi ve sessizce kapıda bekledi. Bir müddet sonra İmam-ı Rabbani hazretleri kalkıp; “Kapıda kim var?” deyince, üstadı; “Fakir Muhammed Baki.” dedi. Bu ismi duyunca kapıya koşup, edep ve tevazu ile karşıladı. Hocası kendisine çok müjdeler vermiş, dostlarına medhetmiş ve öleceği zaman bütün talebelerine ona tabi olmalarını emretmişti.

Zamanın alimleri İmam-ı Rabbani hazretlerine “Sıla” ismi ile hitap ettiler. Sıla, birleştirici demektir. Çünkü o, tasavvufun İslamiyetten ayrı bir şey olmadığını İslamiyete uygun bir şey olduğunu ispat ederek, ahkam-ı İslamiyye ile tasavvufu vasletmiş, birleştirmiştir. Bir mektubunda da; “Beni iki derya arasında sıla yapan Allahü tealaya hamd olsun.” diye dua etmiştir. Hadis-i şerifte; “Ümmetimden Sıla isminde biri gelir. Onun şefaati ile çok kimseler Cennete girer.” buyrularak, onun geleceği haber verilmiştir. Bu hadis-i şerif, İmam-ı Süyuti’nin Cem’ül-Cevami kitabında vardır.

İmam-ı Rabbani hazretleri, Müceddid-i Elf-i Sani’dir. Yani hicri ikinci bin yılının müceddididir. Eski ümmetler zamanında, her bin senede yeni din getiren bir Resul gönderilirdi, yeni din önceki dini değiştirir, bazı hükümleri kaldırırdı. Her yüz senede de bir Nebi gelir, din sahibi peygamberin dinini değiştirmez, kuvvetlendirirdi. Hadis-i şerifte, bu ümmete ise her yüz yıl başında İslam dinini kuvvetlendiren bir alim geleceği haber verilmektedir. Peygamber efendimizden sonra peygamber gelmeyeceğine göre, kendisinden bin sene sonra, İslam dinini her bakımdan ihya edecek, dine sokulan bid’atleri temizleyip, asr-ı saadetteki temiz haline getirecek, din ve fen ilimlerinde tam varis, alim ve arif bir zatın olması lazımdı. Hadis-i şerifler bunu bildirmektedir. Bu mühim hizmeti İmam-ı Rabbani hazretleri yapmıştır. Bütün İslam alimleri bu zatın o olduğunda ittifak etmişlerdir. Peygamber efendimizden tam bin sene sonra ilim ve irşad kürsüsüne mutlak olarak oturup, cihanı Resulullah’ın nurları ile aydınlattı, bid’atleri temizleyip İslam dinini ihya etti. Başta vahdet-i vücud bilgileri olmak üzere daha birçok yanlış anlaşılan meseleleri gayet açık bir şekilde izah ederek insanların zihinlerini ve kalplerini yanlış ve bozuk inanışlardan, bid’atlerden temizledi; hakkı batıldan ayırıp, Peygamber efendimizin, hak, doğru yol olduğunu haber verdiği Ehl-i sünnet itikadını her yere yaydı. Genç ihtiyar herkes ve birçok alim onun etrafında toplandı. Kendisine ilk defa Müceddid-i Elf-i Sani ismini veren, zamanının en büyük alimlerinden Abdülhakim-i Siyalkuti’dir. O zamanın diğer büyük alimleri de onu methetmiş, övmüştür.

İmam-ı Rabbani hazretlerinin dine yıllarca yaptığı bu büyük hizmetleri ve sağlam, ikna edici delillerle kendilerinin çürütüldüklerini gören bazı sapık kimseler ona cephe aldılar ve iftira etmeye başladılar. O zamanın Sultanı Selim Cihangir Hanın devlet adamları, hatta büyük veziri ve baş müftisi ve etrafındakiler Şii idiler (Bkz. Şiilik). Halbuki İmam-ı Rabbani hazretlerinin birçok mektupları ve bilhassa ayrıca yazdığı Redd-i Revafid risalesi, Şiilerin bazılarının yanlış yolda olduklarını bildirmekteydi. Hindistan’daki itikatları bozuk olan bu insanlar, Sultana gidip İmam-ı Rabbani hazretleri hakkında çeşitli iftiralarda bulunarak şikayet ettiler. Sultan, oğlu Şah Cihan’ı gönderip İmam-ı Rabbani hazretlerini, evlatlarını ve yetiştirdiği talebelerini çağırıp, hepsini öldürmeye karar verdi. Bunun üzerine Şah Cihan, bir müfti ile yanına gitti. Sultana secde caiz olduğunu gösteren bir fetvayı da götürdü. Onun üstünlüğünü biliyordu. Babama secde edersen seni kurtarabilirim, deyince, İmam-ı Rabbani hazretleri bu fetvanın zaruret zamanında izin olduğunu, azimet ve din bütünlüğünün secde etmemek olduğunu, ecel gelince, ölümden hiçbir şeyin kurtaramayacağını söyledi ve secde etmeyi kabul etmedi. Çocuklarını ve talebelerini bırakıp sultana yalnız gitti. Kendisine yapılan iftiralara karşı sultana o kadar güzel ve doyurucu cevap verdi ki, sultan yüksek hakikatleri anlayabilecek birisi olmadığı halde, neşelendi ve serbest bırakıp özür diledi. Hatta o, sultana kendisine yapılan iftiraların asılsız olduğunu açık delillerle anlatırken, orada bulunan ateşe tapıcı Hinduların büyük bir kumandanı onun dinde olan kuvvetini, sözlerini, lezzet ve kıymetini görerek Müslüman oldu.

Sultanın ikna olduğunu, kendi uğraşmalarının boş olduğunu gören iftiracı sapıklar; “Bunun adamları çoktur. Sözleri bütün memlekette yürürlüktedir. Bunu serbest bırakırsak bir karışıklık çıkabilir.” diyerek uzun konuşmalardan sonra sultanı aldattılar. Sultan, İmam-ı Rabbani hazretlerini memleketin en sağlam ve korkunç kalesi olan Guvalyar Kalesine hapsedilmesini emretti ve hapsedildi. Bu hadiseye çok üzülen talebeleri sultana isyan etmek istediler. Bunu yapabilecek güçteydiler. Fakat İmam-ı Rabbani hazretleri onları rüyalarında ve uyanıkken bu işten men etti. Sultana hayır dua etmelerini emredip; “Sultanı incitmek bütün insanlara zarar verir.” buyurdu. Kendisi de sultana hep hayır dua ediyordu. Sultanın veziri koyu bir muhalif olduğundan zindanda İmam-ı Rabbani hazretlerinin başına kardeşini tayin etmiş ve çok şiddetli davranmasını emretmişti. Bu görevli ise ondan çeşitli kerametler, üzülmek yerine heybet, sabır ve hatta neş’e görerek tövbe etti. Muhalefeti bırakıp Ehl-i sünneti seçti ve onun halis talebelerinden oldu. Kalede hapiste bulunan insanlar, onun bereketi ve sohbetleri ile müslüman olmakla şereflendiler. Birçok günahkar tövbe etti. Hatta bazıları yüksek alim oldu. İmam-ı Rabbani hazretleri kalede iki veya üç sene kaldıktan sonra, sultan yaptığına pişman oldu. Hapisten çıkarıp ikram ve ihsan eyledi. Bir müddet, asker arasında kalmasını istedi. Sonra serbest bırakıp, hürmetle vatanına gönderdi. Hapisteki bu sıkıntılardan ve uğradığı dertlerden sonra evvelce bulundukları hallerin ve makamların binlerce üstünde derecelere yükselmiş olarak memleketine döndü.

İmam-ı Rabbani hazretlerini hapsettiren Selim Cihangir Hanın oğlu Şah Cihan, padişah olmak için babasına karşı geldi. Askeri çok ve babası tarafındaki kumandanların çoğu kalpten kendisine bağlı olduğu halde zafer kazanamadı. O zamanın evliyasından birine halini anlatıp dua istedi. O veli dedi ki; “Senin zafer kazanman için vaktin dört kutbunun sana dua etmesi lazımdır. Bunlardan üçü seninle beraber ise de, en büyükleri olan dördüncüsü bu işe razı değildir. O da İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani hazretleridir.” Şah Cihan, İmamın huzuruna gelip dua etmesi için yalvardı. Fakat, babasına karşı gelmesine mani olup nasihat etti; “Babana git elini öp, gönlünü al; yakında vefat edecek, saltanat sana kalacaktır.” diye müjde verdi. Şah Cihan emirlerini dinleyip arzusundan vazgeçti. Az zaman sonra 1627 (H. 1037) de babası vefat edince saltanata kavuştu.

Müslümanların zayıf düştüğü; küfrün, sapıklığın zulmetin, felsefecilerin ve bozuk tarikatlerin her tarafı kapladığı bir zamanda, yüz binlerce kafir, İmam-ı Rabbani’nin elinde Müslüman oldu. Çok sayıda fasık ve facir onun güzel hallerini görüp, sohbetini işitip tövbe ederek salih Müslüman oldu. Uzaktan yakından çok kimseler rüyada ve uyanıkken onu görerek yanına koşmuş, huzuruna geldiklerinde gördüklerini aynen bulmuşlardır. Âlim, salih, genç, ihtiyar binlerce kimse onu görüp, sohbetinde bulununca feyz alarak kalpleri zikreder olmuştur.

İmam-ı Rabbani, İslam dininde her sözü senet olan, Ehl-i sünnetin temel direklerinden çok büyük bir alim ve velidir. Kelam ilminde müctehiddir. Kendisinden önceki birkaç asırda İslamiyete çok sinsi bir şekilde sokulmak istenen felsefe düşüncelerini tamamen temizlemiş, yazdığı mektuplar ve kitaplarla kıyamete kadar bu yoldaki bütün suallere cevap teşkil edecek izahlar ve açıklamalar yapmıştır. Daha 18 yaşındayken yazdığı İsbat-ün-Nübüvve kitabı ile peygamberleri filozoflardan kesinlikle ayırarak, peygamberlerin Allah’ın dinini bildiren peygamberleri; filozofların ise, yalnız aklını rehber edinmiş herhangi insanlar olduğunu açıkça ve kesin delillerle isbat etmiştir. Böylece peygamberliğe inanmayanların, peygamberleri filozof zanneden veya onlarla bir tutmaya kalkışanların ne kadar yanlış düşündüklerini göstererek İslam dinine insan düşüncesi ve fikri karıştırmak ve böylece dini zamanla değişir hale getirmek isteyenlerin yolunu kapatmıştır. Büyük Ehl-i sünnet alimleri ve evliyalarının da ancak Peygamber efendimizin tam izinde yürüyen yüksek insanlar olduğunu belirterek bunlara da filozof diyenlerin bu sözlerinin ne kadar yanlış olduğunu göstermiştir. Daha sonraki asırlarda ve zamanımızdaki filozofların her türlü sözlerine onun eserlerinde bol bol cevaplar bulunmaktadır.

İmam-ı Rabbani hazretleri, tasavvufun bütün inceliklerine ve en yüksek kemallerine ererek, Muhyiddin-i Arabi, Seyyid Abdülkadir-i Geylani, Bayezid-i Bistami ve Cüneyd-i Bağdadi başta olmak üzere kendisinden önce yaşamış velilerin sekr (tarikat sarhoşluğu) halindeyken söyledikleri ve iyi anlayamayanları şaşırtan yüksek sözlerini, vahdet-i vücud bilgilerini gayet net bir şekilde açıklamış, bu büyüklerin yanlış anlaşılarak düşmanlık yapılmasına mani olmuştur. Tasavvuf deryasından bol bol saçtığı yüksek marifetler, beliğ ifadeler ve fasih sözleri ile bazı evliyanın dahi kafi şekilde anlamak ve anlatmaktan aciz kaldığı yüksek hakikatleri candan arzulayanlara sunarak bu sonsuz deryanın susuzlarının hararetini teskin etmiş, yolunu şaşırmışlara doğru yolu göstermiş, aşağı derecelerde takılıp kalanları çok yükseklere çıkarmıştır. Sorulan bütün suallere cevaplar vererek tasavvufta iyi anlaşılmayan bir yer bırakmamıştır. Tasavvufi kelime ve terimleri çok mükemmel bir şekilde yeniden açıklayarak bu konulardaki karışık ifade ve bilgilerin arkasında saklanarak Müslümanları kandıran ve şaşırtan cahillerle, dünya düşkünü bozuk tarikatçilerin maskelerini indirmiş, bu hususta esaslı görüşleri açıklamış, bütün bu isim ve sıfatların vasıflarını, asıllarını ve hakikatlerini gözler önüne sermiştir. Böylece bu yoldan ve tasavvuf kelimesi perde edilerek İslam dinine bozuk inanç ve ibadetlerin, uydurma merasim ve toplantıların, her türlü sapıklık ve hurafelerin girip yerleşmesini önlemiştir. Vilayetin ve veliliğin olağanüstü şeyler göstermek demek olmadığını, asıl veliliğin Allahü tealayı unutmamak ve Allahü tealanın isimlerine, sıfatlarına ve fiillerine olan marifet, yakınlık olduğunu, tasavvufun, İslam dini dışında ayrı bir yol değil, bizzat dinimizin içinde emir ve yasakların kolaylıkla yapılmasına yardımcı olan Allahü tealaya muhabbet yolu olduğunu çok veciz şekilde izah ederek din bilgisi az olanların ve hakiki tasavvuf ehli olmayanların insanları kandırmalarına ve böylelerinin marifet ve keramet sahibi hakiki velilerle karıştırılmasına mani olmuştur. Kısacası onun tasavvuf deryasında çözemediği bilmece, haber vermediği esrar kalmamıştır.

İmam-ı Rabbani hazretleri, kitaplarında, mektuplarında, sohbetlerinde ve günlük hayatında bütün bid’atlerle (dine sonradan ilave edilen hurafelerle) şiddetle mücadele etmiş, bunları bir bir ayıklayarak unutulmuş olan nice sünnetleri, hatta farzları yeniden meydana çıkarmıştır. Bid’atlerin en çirkininin itikadda (inançta) ortaya çıkanlar olduğunu bildirerek, bunlarla ve ibadetlere sokulmak istenen bid’atlerle mücadele etmiş, her sözü ve işinin sünnete uygun olmasına pekçok titizlik göstermiştir.

Ayrıca zamanındaki bütün fen ilimlerini en üstün şekilde biliyordu. Fen bilgileri üstüne yaptığı açıklamalar bu ilimlerin mütehassıslarını hayrette bırakmıştır. Mesela elektronların çok hızlı dönüşlerinden dolayı atomların içinin ve böylece maddelerin dolu sanıldığını, halbuki boş olduğunu ilk olarak bundan dört yüz sene önce açıklamıştır. Bu husus, fen adamları tarafından ancak 20. yüzyılda ve uzun deneyler sonucu anlaşılabilmiştir.

Bu konuda henüz görüş yok.
Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.

1563
2 yıl önce

sergilenen Yaz adlı eserini tamamladı. I. Hagop, İstanbul Ermeni Patrikhanesi'nin patriği oldu. İmam-ı Rabbani Hindistan'da yaşamış İslâm âlimi ve tasavvuf...

1563, 15. yüzyıl, 1558, 1559, 1560, 1561, 1562, 1564, 1565, 1566, 1567
Mektubat
2 yıl önce

Mektubat - İmam-ı Rabbani'nin eseri Mektubat - Mevlana'nın eseri Mektubat - Said Nursî'nin eseri ücretsiz pdf tam metin imkânı https://web.archive...

Mektubat, Kitap, Said Nursí®, Taslak
Osman Nuri Topbaş
2 yıl önce

Damladan Deryaya Gönül İkliminden Huzurlu Aile Yuvası Hizmet ve Adabı İmam-ı Rabbani Hizmet O Nasıl Öğretirdi? ^ http://www.osmannuritopbas...

Hüseyin Hilmi Işık
2 yıl önce

Kıymetsiz Yazılar (Kıymeti bulunamayan yazılar) Mektûbât Tercemesi (İmam-ı Rabbani) Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn (Dört Halîfenin üstünlükleri) Mısır'lı bir din...

Hüseyin Hilmi Işık, Hüseyin Hilmi Işık
Nakşibendilik
2 yıl önce

Zahid Derviş Mehmed Muhammed Hacegi Emkengi Hâce Muhammed Bakibillah İmam-ı Rabbani Ahmed-i Faruk-i Serhendi Hâce Muhammed Masum Şeyh Seyfüddin Arif Muhammed...

Nakşibendilik, Nakşibendilik
Hayrettin Karaman
2 yıl önce

2006 İz Yayıncılık) Dert Söyletir (şiirler, İz Yayıncılık 2002, 2004) İmam-ı Rabbani ve İslâm Tasavvufu (İz Yayıncılık, 2003) Bir Varmış Bir Yokmuş -Hayatım...

Hayrettin Karaman, 1934, 1959, 1963, 1965, 1980, 2001, Biyografi, Doçentlik, Fıkıh, Taslak
Mehdi
2 yıl önce

kıyamet gibi eskatolojik korku mitleri ile birlikte işlenmiştir. İmam Suyutiye göre Ashab-ı Kehf, Mehdi’nin yardımcıları olacak, İsa O'nun zamanında gökten...

Risale-i nur
2 yıl önce

Abdülkâdir Geylânî, Şah-ı Nakşibendi ve İmam-ı Rabbani gibi âlimlerin bu zamanda yaşasalardı bütün çabalarını iman ve İslam akidelerinin kuvvetlendirilmesine...

Risale-i Nur, Afyonkarahisar (il), Asa-yı Musa (Risale-i Nur), Bakara Suresi, Barla, Barla Lahikası (Risale-i Nur), Denizli (il), Emirdağ, Emirdağ Lahikası (Risale-i Nur), Eskişehir (il), Fatiha Suresi