Göbeklitepe

Kısaca: Göbeklitepe Höyüğü, 1963`te fark edilen dokuz hektarlık kazı bölgesinin önemi yaklaşık 10 yıl kadar önce tarlasını karasabanla sürerken bulduğu oymalı taşı müzeye götüren Mahmut Kılıç sayesinde anlaşılabilmiştir. Şanlıurfa`ya 25 dakikalık bir mesafede yer alan ve bugüne kadar tarih kitaplarında yer alan savları çürüten bir höyüktür. ...devamı ☟

Göbeklitepe
Göbeklitepe

Göbeklitepe HöyüğüŞanlıurfa`ya 25 dakikalık bir mesafede yer alan ve bugüne kadar tarih kitaplarında yer alan savları çürüten bir höyüktür. Höyük, Örencik Köyü yakınlarındadır. 1995 yılında ilk kez Alman Arkeoloji Enstitüsü ve Şanlıurfa Müze Müdürlüğü`nün işbirliğiyle kazı çalışmalarına başlanmıştır. Kazılar Alman Arkeolog Doç. Dr. Klaus Schmidt`in başkanlığında yürütülmekte olup her yıl eylül ve ekim aylarında 10 haftalık bir süreç içinde yapılmaktadır.

Günümüze kadar yapılan kazılar sonucunda bir Neolitik Çağ yerleşimi olduğu anlaşılmıştır. Tarihi M.Ö 9 bin yıllarına uzanan Neolitik Çağ`dan kalma, tapınma amaçlı törensel alanlara ait mimari kalıntılar, dikili taşlar ve üzerinde kabartmalı yabani hayvan ve bitki figürlerinin bulunduğu taşlar günyüzüne çıkartılmıştır. Bölgenin önemi ise günyüzüne çıkarılan en büyük tapınma alanını barındırmasıdır.

Günümüze kadar yapılan kazılarda elde edilen bulgular çerçevesinde uzmanlar neolitik çağ insanının henüz çevresinde yer alan hayvanları evcilleştiremediğini düşünmekle birlikte şu açmazı da görmektedirler; kaya yüzeylerine işlenen hayvan figürleri tapınma törenlerinin parçası mıydı yoksa yaşamlarının içinde henüz keşfedilemeyen bir biçimde mi yer almaktaydı. 

Önemi ve kazılar

Göbekli Tepe, 1963 yılında İstanbul Üniversitesi ve Chicago Üniversitesi'nce yürütülen “Güneydoğu Anadolu Tarihöncesi Araştırmaları Projesi” yüzey araştırmaları sırasında tespit edilmiştir. Olağan ve doğal görünmeyen birkaç tepe, insan eliyle yapıldığı kesin olan binlerce kırık çakmak taşı döküntüyle kaplıydı. Yapılan yüzey araştırmaları sırasında höyüğün yüzeyinden toplanan buluntulara dayanılarak buranın Biris Mezarlığı (Epipaleolitik) ve Söğüt Tarlası 1 (Paleolitik ve Epipaleolitik), Söğüt Tarlası 2 (Çanak Çömleksiz Neolitik) gibi bölgenin önemli yerleşimlerinden biri olabileceği sonucuna varılmış ancak başka bir çalışma yapılmamıştır. Bölgeden ilk kez, 1980 yılında yayımlanan Peter Benedict’in "Survey Work in Southeastern Anatolia" adlı makalesinde söz edilmiştir. Ancak yine de üzerinde durulmamıştır. Daha sonra 1994 yılında Heidelberg Üniversitesi’nden Klaus Schmidt tarafından bölgede bir araştırma daha yapılmıştır. Sitenin anıtsal karakteristiği ve buna bağlı olarak arkeolojik değeri ancak o zaman dikkat çekmiştir.


Kazı çalışmaları ise 1995 yılında Şanlıurfa Müzesi başkanlığında ve İstanbul Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden (DAI) Harald Hauptmann bilimsel danışmanlığında yapılan yüzey araştırmasından sonra başlatılmıştır. Hemen ertesinde yine Şanlıurfa Müzesi başkanlığında ve Klaus Schmidt bilimsel danışmanlığında kazılar başlatılmıştır. 2007 yılından itibaren ise kazı çalışmaları Bakanlar Kurulu kararlı kazı statüsüyle ve yine Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden Prof. Dr. Klaus Schmidt'in başkanlığında devam ettirilmiştir. Projeye Alman Heidelberg Üniversitesi Tarihöncesi Enstitüsü de katılmıştır. Yıllarca sürdürülen ayrıntılı kazı çalışmaları, Neolitik Devrim'i ve hazırlayan zemini yeniden yazmayı sağlayacak güvenilir bilimsel sonuçlar sağlamıştır.


Boyları 5metreye ulaşan dikilitaşların bazılarının üzerinde, kabartma olarak çoğunluğunu yılan, tilki, yaban domuzu ve kuşların oluşturduğu çeşitli hayvan tasvirleri bulunmaktadır. Bazı örneklerde kabartma olarak yapılmış kol ve ellerden dolayı, dikilitaşların stilize edilmiş insan figürleri olduğu, aşırı şematik ve kübik formda gösterilen gövdeleri ile yaşayanları değil de başka bir boyutun varlıklarını temsil ettikleri öngörülmektedir.

Kazılar sırasında ve genellikle de yüzey buluntusu olarak ele geçen yabani, yırtıcı hayvan heykellerinin varlığı, antik dönemden bilinen yeraltı dünyasının koruyucusu Kerberos’u akla getirmekte ve bu vahşi hayvan heykellerinin de Göbekli Tepe’deki yapıların bekçisi olabileceğini düşündürmektedir. Kazılar sonucunda çok sayıda hayvan heykeli, çakmaktaşından aletler, taştan boncuklar ve kaplar ile küçük figürünler açığa çıkartılmıştır.

Göbekli Tepe’de temsil edilen bu dönemde, eldeki bulgulara göre insanların avcılık ve hayvancılıkla geçindiği, henüz tarımın yapılmadığı düşünülmektedir. Yerleşim yerinin konumu, açığa çıkartılan devasa boyutlu yapıları, tonlarca ağırlıktaki dikilitaşları ve bu dikilitaşların yerleştirilmesi bakımından Taş Çağı insanlarının, büyük bir organizasyon ve uzun bir zaman dilimi dâhilinde hareket ettikleri düşünülmektedir.

Şimdilik en erken tabaka olan III. Tabaka’nın tarihi ca. M.Ö.10. Bin olarak belirtilmektedir. Yerleşim yerinde henüz ana toprağa ulaşılamamış olup, ileriki yıllarda gerçekleştirilecek kazı çalışmaları sonucunda Göbekli Tepe’deki hayat netlik kazanacaktır.


Cüneyd Sadık - 3 yıl önce
Bizler, önceki nesilleri ne zaman ilkel olarak görmekten vazgeçeceğiz? Bizlerin son teknolojik imkanlarla yaptığı evler elli sene dayanmazken, binlerce yıllık yapıları binlerce yıl öteden gözümüze sokan atalarımıza saygı ve şükranlarımızı sunmamız gerekmez mi? Biz eski yapılarda ne görmeyi bekliyoruz? Duvarda asılı geniş ekran televizyon mu? Veya tablet, bilgisayar veya bir köşesinde akıllı telefon mu bulmayı umuyoruz? Bunlar daha yeni çıktı. Hatta şu an hayatta olan büyüklerimiz bile bu teknoloji ve gelişime tam olarak ayak uydurabilmiş değil. Halen tuşlu telefonu, hayatındaki en teknolojik alet olan insanlarımız var. Velhasıl; İnsanoğlu var olduğundan beri hiç ilkel olmadı. Hep medeni olarak var oldu. Zamana ayak uydurdu. Ve gelişti. Bu gelişim, aklını kullanıp bedenini yormamakla kendini gösterdi. Ve bu gelişime paralel bedeni yetenekleri geriledi. Yani; Bir yönden gelişirken, diğer yönden geriledi. Sanatı bıraktı. Atalarımız, kayaları itinayla yontarak günümüze ulaşan eserler meydana getirdiler. Bugün bir heykeltraşa ilkel bir insan gözüyle bakılabilinir mi? Ama atalarımız bugünkü heykeltraşların bile hayal edemediği boyutlarda mekanlar, yapıtlar, stadyumlar, evler vb. inşa ettiler. Peki bizler ne yaptık? İçi boş tuğlalardan, estetik ve sanattan yoksun, kullanım ömrü kısıtlı, depremlere dayanıksız koca koca binalar yaptık. Bizim bu yaptıklarımız yarın yıkılacak ve hala atalarımızın yaptıkları ayakta kalacak. İlkel insan derken bir daha düşünelim? Kim ilkel? Bedenen çok daha güçlü, zihnen çok daha hür, yaptığı her yapıda sanatı en uç noktalarda icra eden atalarımız mı yoksa, bilgisayar kullanmaktan başka becerisi olmayan bizler mi? Bence ilkel olan bizleriz. Ve çok tembeliz. Dr.Cüneyd Sadık

Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.

Göbeklitepe Resimleri